31 Mart’taki yerel seçimlere 20 gün kaldı. İstanbul seçimleri ise Türkiye siyasetinde hem iktidar hem de muhalefet için kritik bir önem taşımaktadır. İstanbul bağlamındaki tartışmalar ve güç ilişkileri de şimdiden bu durumu teyit etmektedir. İstanbul seçimlerinin Erdoğan için yerel seçimleri de aşan çok daha derin anlamlar taşıdığı bilinmektedir. Kendi siyasi serencamının başlangıç noktası olan bu kentin Türkiye’deki siyasal mimari açısından ifade ettiği önem de…
Hal böyleyken iktidar blokunun adayı Murat Kurum’un hem bir siyasi figür olarak ön plana çıkarılması hem de bugüne kadar sergilediği performans ve bu duruma –şimdiye kadar- müdahale edilmemiş olması üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Kurum’un şimdiye kadar bu derece yalnız bırakılması, özel olarak düşünülmesi gereken bir muamma olarak karşımızda durmaktadır.
Seçim startının verilmesiyle beraber adaylar sahaya inerek kendi programlarını ve siyasi faaliyetlerini ortaya koymaya başladılar. Gelinen noktada İmamoğlu’nun sahaya inmesiyle beraber rakipler arasında
önemli bir performans eşitsizliği olduğu sarih biçimde gözler önüne serildi. İmamoğlu’nun 2019 yerel seçimlerinde elde ettiği başarı, onu Türkiye siyasi arenasında dikkate değer bir figür haline getirmiştir. İmamoğlu, bu başarısını sadece İstanbul’un belediye başkanı olarak değil, aynı zamanda Türkiye’nin geniş muhalefet yelpazesi içinde birleştirici ve simgesel bir figür olarak pekiştirmiş ve bugün de pekiştirmeye devam etmektedir. Karakteristik özellikleri, siyasi tecrübesi ve liderlik enerjisiyle, muhalefetin dağınık yapısında bir odak noktası oluşturmuş ve bu, onun geniş bir destekçi tabanı kazanmasını sağlamıştır. Muhalefet bloku dağılmışken, kendisinin İstanbul bağlamında ortaya koyduğu etki, onu şimdiden önemli bir figür haline getirmiştir.
İmamoğlu’nun muhalefet bloklarında yarattığı vakum etkisi, gittikçe artan popülaritesi hem kişisel yeteneklerine hem de kamuoyu nezdinde yarattığı olumlu imaj ve pozitif algıya dayanmaktadır. Buna karşın, AK Parti’nin İstanbul adayı Murat Kurum’un kampanyası, bir dizi gaf, İstanbul’un seçimler için ifade ettiği öneme paralel olmayan birçok olumsuz
haberle gölgelenmiştir. Kurum’un şimdiye kadar ortaya koyduğu seçim performansı, onu hem kendi partisinin tabanında hem ittifak bloku içinde hem de genel seçmen nezdinde beklenen heyecanı yaratamamasına yol açmıştır. Kurum’un kampanyasındaki bu zorluklar, İmamoğlu’nun pozisyonunu güçlendirici bir etki yaratmaktadır.
Kurum’un karşılaştığı bu zorluklar, siyasal iletişim ve kampanya yönetimi açısından önemli dersler içermektedir; özellikle de kendi tabanını mobilize etme ve geniş seçmen kitlelerini ikna etme konusundaki zaaflar açıkça görülmektedir. İmamoğlu ve Kurum arasındaki bu kontrast, Türkiye’nin siyasi dinamikleri içinde daha geniş bir analize tabi tutulduğunda, İmamoğlu’nun muhalefetin simgesel figürü olarak yükselişinin, yalnızca kişisel başarısından değil, aynı zamanda Türkiye’de siyasi iktidarın uzun süreli tekelleşmesine karşı artan bir tepkinin tezahürü olduğu şeklinde de görülebilir. Bu tepki, seçmenlerin değişim arzusunu ve farklı siyasi alternatiflere olan ilgisini yansıtmaktadır.
Murat Kurum’un karşılaştığı zorluklar ise, iktidar partisinin İstanbul gibi stratejik ve sembolik öneme sahip bir kentte seçmenlerle nasıl iletişim kurması gerektiği konusunda yeniden düşünmesi gerektiğini göstermektedir. Bu durum, aynı zamanda iktidar partisinin iç dinamikleri, liderlik ve aday belirleme süreçleri üzerine de çeşitli soruları beraberinde
getirmektedir. Gelinen noktada, İmamoğlu’nun yükselişi ve Kurum›un karşılaştığı zorluklar, Türkiye’nin siyasi manzarasında önemli değişikliklerin habercisi olabilir. Bu durum, hem iktidar hem de muhalefet için önemli stratejik değerlendirmeler yapma ve kendilerini gelecekteki siyasal panorama içinde nasıl konumlandıracaklarına dair kararlar alma ihtiyacını ortaya koymaktadır. Oysa Kurum’un arkasında sıradan bir ekip olmadığı bilinen bir gerçeklikken, rakibinin karşısında bu kadar zayıf bir konuma düşen Kurum’un neden profesyonel bir ortak akıl ile yönetilmediği ve İstanbul gibi stratejik bir yerde neden bu denli “yalnız” bırakıldığı enteresan bir durum olarak ortada durmaktadır.
Bu durumdan hareketle, sekiz hafta önce dile getirdiğim bir iddiayı yeniden ele almakta fayda olduğunu düşünüyorum: Acaba Kurum, Erdoğan’a rağmen mi İstanbul’a aday gösterildi? Seçimlere bu kadar kısa bir süre kala Erdoğan’ın hala İmamoğlu ile Kurum arasındaki bu performans eşitsizliğine ve kontrast uyumsuzluğuna müdahale etmemiş olması bu iddiayı daha da güçlendirmektedir. Bu durum biraz da Dario Fo’nun “Bir Anarşistin Ölümü” oyununu anımsatmaktadır; bilindiği üzere orada da olaylar beklenmedik şekilde gelişir! Bu benzerlik, yaşananların sadece yüzeydeki görünümleriyle sınırlı olmadığını, daha derin, yapısal ve sistemik sorunların bir yansıması olabileceğine işaret etmektedir. Oyunun, beklenmedik olayların ardında
yatan gerçekleri ve sistemik çarpıklıkları ortaya çıkarma biçimi, İstanbul’daki ve genel olarak Türkiye’deki siyasi durumla paralellik göstermektedir. Seçim süreçlerindeki bu tür anormallikler, belli kişilerin veya grupların eylemlerinden çok, geniş bir yapısal düzensizlik ve örgütsel iç çelişki ve çatışmaların göstergesi de olabilir.
Bu bağlamda iki olası senaryodan bahsetmek mümkün gözükmektedir. Birincisi, İmamoğlu gibi güçlü bir adayın karşısına Kurum gibi vasat bir figür konularak, bilinçli hamle ve farklı taktiklerle seçimleri kazandırıp İmamoğlu’nun siyaset sahnesinden tamamen dışlanması hedeflenen şeylerden biri olabilir. Erdoğan’ın ve AK Parti’nin bu sürece müdahale etmemesi veya belirli bir strateji izlememesi, yüzeyde anlaşılmaz görünse de, daha karmaşık ve hesaplanmış bir siyasi stratejinin parçası olabilir. Siyasi etkileri tektonik bir değişimi tetikleme ihtimali olan bu durum seçmen davranışları üzerinde derin etkiler yaratmayı ve rakipleri yanıltmayı hedefleyen bir taktiğin de mümkün olabileceğini göstermektedir.
İkinci olasılık ise, Kurum’un son zamanlarda parti teşkilatlarında yaratmaya çalıştığı etki gücünü tersyüz etmek amacıyla seçimi kaybetmesi üzerinden parti içinde örgütsel nizamda yeni bir yapılanmaya gidilmek istendiği seçeneği. Partinin iç dinamiklerinin ve teşkilat yapısının Post-Erdoğan süreci ile ilgili muhtemel reorganizasyon hazırlıkları bağlamında düşündüğümüzde her iki ihtimal de
mantık dışı gibi görünmemektedir. Bu noktadan hareketle, Erdoğan sonrası siyasetin dümenine geçmek isteyen bir dinamiğin böyle bir kurgu yapmış olmasının anlaşılabilir temelleri vardır. Zira Erdoğan sonrası süreç, kamuoyunun da bildiği üzere, parti içinde yoğun olarak tartışılan konulardan biridir.
Söz konusu durumu daha analitik bir çerçevede ele almak gerekirse, bahsi geçen bu iki senaryo üzerinde durmak önemlidir. İlk olarak, Kurum gibi zayıf bir figürün İstanbul seçimlerindeki olası zaferinin, İmamoğlu gibi karizmatik ve güçlü bir muhalefet figürünü siyasi arenadan uzaklaştırmak için bilinçli bir strateji olup olmadığı; ikinci olarak ise, bu kaybın parti içinde yeni bir yapılanma ve güç dengesinin yeniden şekillendirilmesine zemin hazırlama potansiyeli.
İlk senaryoda iktidarın, İmamoğlu’nun liderlik enerjisi ve muhalefeti birleştirme kapasitesinden duyulan endişeyle, onu siyasi sahneden çekilmeye zorlayacak bir durum yaratmayı hedeflemiş olabileceği seçeneğidir. Ancak bu, oldukça riskli bir strateji olarak kabul edilebilir çünkü İmamoğlu’nun kaybetmesi durumunda bile, onun bir kahramanlık mertebesine yükseltilmesi ve muhalefetin daha da kenetlenmesi gibi ters etkiler doğurabilir. İkinci senaryoda ise, Kurum’un kaybı üzerinden iktidar partisi içinde yeni bir yapılanmaya gidilmesi ihtimali bulunmaktadır. Bu, özellikle Erdoğan sonrası döneme yönelik stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Parti içindeki farklı fraksiyonlar ve güç
merkezleri, Erdoğan’dan sonra partinin geleceğini şekillendirme ve liderlik için pozisyon kapma yarışına girebilirler. Bu bağlamda, Kurum’un kaybının, belirli bir fraksiyonun veya liderlik adayının önünü açmak için kasıtlı olarak tasarlanmış bir adım olabileceği spekülasyonu yapılabilir.
Meseleye analitik bir perspektifle bakıldığında, her iki senaryonun da parti içi dinamikler ve genel siyasi strateji açısından önemli sonuçlar doğurabileceği açıktır. Bu türden stratejik hamleler, sadece kısa vadeli seçim sonuçlarına değil, aynı zamanda uzun vadeli siyasi yapılanma ve liderlik mücadelelerine de odaklanır. Özellikle, Erdoğan sonrası dönemin şekillendirilmesi, partinin iç ve dış politikalarını, ideolojik yönünü ve toplumla ilişkilerini derinden etkileyebilecek bir süreçtir. Bu nedenle, İstanbul seçimleri gibi kritik bir dönemeç, çok daha geniş ve karmaşık siyasi hesapların bir parçası olarak görülebilir.
Dolayısıyla, İstanbul seçimlerinin, sadece yerel bir yönetim mücadelesi olmanın ötesinde, hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisi içindeki gelecek liderlik ve stratejik yön belirleme süreçlerine dair ipuçları taşıdığı hatırda tutulmalıdır. Başka bir ifadeyle, İstanbul seçimlerinin sonucu, sadece şehrin geleceğini değil, aynı zamanda Türkiye’nin genel siyasi manzarasını ve iktidar partisinin iç dinamiklerini de derinden etkileyebilecek bir dönüm noktası olarak görülebilir. Bu seçimler, iktidar partisi içindeki gelecek yapılanma
ve liderlik mücadelesine dair önemli sinyaller verirken, Erdoğan sonrası siyasi sahnenin şekillendirilmesinde kritik bir rol oynayabilir. Bu nedenle, İstanbul seçim süreci ve sonrasındaki gelişmeler, sadece yerel politik dinamikler açısından değil, genel olarak Türkiye’nin siyasi geleceği açısından da yakından takip edilmelidir.