SUNUŞ
6 Şubat 2023’te merkez üsleri sırasıyla Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Ekinözü ilçeleri olan ve dokuz saat arayla meydana gelen depremler, yakın tarihin en ağır afetlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Gerçekleşen depremler sonucunda Türkiye’de resmî rakamlara göre en az 50 binin üzerinde insan hayatını kaybetti, 122 binden fazla kişi ise yaralandı. Büyük bir yıkımı beraberinde getiren sarsıntıda 40 bine yakın bina yıkıldı, 300 binin üzerinde bina kullanılamaz hale geldi, 2 milyon 500 bine yakın kişi evsiz kalırken, 5 milyon kişi yer değiştirmek zorunda kaldı. 110 milyar dolara yakın bir iktisadi maliyet ortaya çıkaran depremden 15 milyona yakın insan doğrudan etkilendi.
Türkiye’de 11 ilin dışında Suriye, Lübnan, Kıbrıs, Irak, İsrail, Ürdün, İran ve Mısır’ın da yer aldığı geniş bir alanda hissedilen deprem; sosyal-psikolojik, siyasal, ekonomik, demografik, idari ve jeolojik etkiler yaratarak tarihteki önemli afetler arasında yerini aldı.
Siyasi tarihin en önemli seçimlerinden birine hazırlanılan bir dönemde, yakın tarihin en büyük ve ağır afetlerinden biri olarak kayıtlara geçen Maraş depremleri, Türkiye’deki toplumsal kutuplaşmayı, küresel pandemi ile ivme kazanan yoksulluk ve ekonomik çöküntüyü, bürokratik ve kurumsal hantallaşmayı daha da derinleştiren bir tablo ortaya çıkardı.
6 Şubat’taki depremlerin öncekilerden farklı olarak iktidar partisi başta olmak üzere devletin kendisine olan inancını büyük oranda sarstığını, depremin yıkıcı sonuçlarının büyük oranda yönetim krizinin bir yansıması ve sonucu olarak anlaşıldığını söylemek mümkündür. Devletin kurumsal müdahale kapasitesinin sınırları ile yerel ve sivil seferberliğin ortaya çıkardığı sinerji ve etki gücü arasındaki çelişkileri görünür kılan Maraş Depremleri, hem sarsıntının gerçekleştiği bölgelerde hem de muhtemel bir deprem beklentisinin olduğu diğer kentlerdeki sosyal, siyasal ve demografik dinamiklere önemli oranda etki etti.
Türkiye siyasi hayatında deprem başta olmak üzere afet durumlarının sosyal mimariyi etkilemesinin yanında siyasal dinamikleri de tetikleyerek iktidarların yıpranma süreçlerini hızlandırdığı örneklere rastlamak mümkün. Ülkedeki sosyal, siyasal, iktisadi ve yönetim kriziyle de birleşen Maraş Depremlerinin politik etkilerinin 14 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerinin sonuçlarına da yansıyarak yeni dönemin önemli parametrelerinden birini oluşturma ihtimali bulunmaktadır.
Etnik, dini ve demografik kategorilerin kesişimindeki geniş bir bölgede gerçekleşen, Malatya’dan Adıyaman, Maraş, Antep ve Hatay illerine kadar etkili olan depremlerin, güncel sosyal ve siyasal etkilerinin yanında son 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde azınlıklaştırılmış toplulukların devlet-hükümet gibi kurumsal nizamla kurduğu ilişkinin, tabiiyetin, gönüllü-zorunlu entegrasyonun rasyonel bir sorgulamasını da beraberinde getiren etkiler yaratma potansiyeli taşıdığını da söylemek mümkündür. Araştırma bulgularıyla da kesişen bu sosyal, demografik ve siyasal dinamiklerin, sadece 14 Mayıs’taki seçim sonuçlarına değil, aynı zamanda seçim sonrası yeni sosyolojik ve siyasal ontolojinin inşasına da etki edeceğini söyleyebiliriz.
11 ilde etkili olan depremler, 2011 yılından itibaren Suriye’de yaşanan iç çatışmalardan kaynaklı olarak göç ve yer değiştirme hareketlerinin merkezlerinde ve etnik karşılaşma bölgelerinde gerçekleşti. Bu durum sosyolojik, demografik ve insan hareketliliği ile ilgili dinamikleri değiştirme ihtimali olan bir konu olarak sosyal fay hatlarını daha da karmaşıklaştırarak Suriye başta olmak üzere bölgesel dengeleri dönüştürme potansiyeli de taşımaktadır.
Deprem Etkileri ve Siyasal Eğilimler Raporumuz, 6 Şubat’ta meydana gelen Maraş Depremlerinin sosyal, ekonomik, demografik, idari ve psikolojik yansımaları ile bunların siyasal etki ve sonuçlarına odaklanan saha araştırmasının bulgularına dayanmaktadır. Araştırmanın amacına uygun olarak Türkiye’de depremin sebep olduğu yıkıcı etkilerin anlaşılmasına katkı sunmasını umuyoruz.
YÖNETİCİ ÖZETİ
Türkiye, 14 Mayıs’ta yapılması beklenen Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilleri Seçimlerine odaklanmışken, 6 Şubat’ta Maraş merkezli, tarihinin en büyük afetlerinden birini yaşadı. Sivil toplumun büyük seferberliği ve dinamizminin karşısında merkezi ve bürokratik otoritenin hantallığını belirgin bir şekilde görünür kılan Maraş’taki depremler, sosyal yansımalarının yanında 14 Mayıs’taki seçim sonuçlarına etki etme potansiyeli bakımından da önem taşımaktadır.
Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi olarak, depremin sosyal, ekonomik, idari, psikolojik ve siyasal etkilerini ölçmek amacıyla, 10-15 Mart 2023 tarihleri arasında Türkiye sınırları içinde bulunan 10 ilde 1.446 kişi ile yüz yüze bir saha araştırması gerçekleştirdik.
Bu saha araştırmasının temel amacı, yaşanan büyük afetin ve bu afetin yönetim sürecinin seçmenler nezdinde nasıl algılandığını ortaya koymak ve bunun siyasal alana yansımalarına odaklanmaktır. Saha çalışması toplumun eğilim, beklenti, tutum ve değerlendirmelerinin parti tercihlerine göre değişip değişmediğini anlamak için seçmenlerin oy verme davranışlarına odaklansa da söz konusu çalışma bir seçim araştırması olma iddiasını taşımamaktadır. Araştırma raporu; sosyal, ekonomik, idari ve siyasal sorunların yaşandığı, büyük bir iç göç hareketliliğinin ortaya çıktığı bir dönemde sivil topluma, yerel yönetimlere ve siyaset yapıcılara mevcut tablonun anlaşılmasına küçük de olsa bir katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Saha araştırma NUTS1 bölgeleme sistemine göre İstanbul, Diyarbakır, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya, Samsun, Kayseri, Erzurum ve Trabzon illeri olmak üzere toplam 10 ilde gerçekleştirilmiştir. Araştırma örnekleminin demografik bilgilere göre dağılımında TÜİK verileri, lokasyon dağılımında ise 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerdeki seçmen sayısı baz alınmıştır. Araştırma kapsamında görüşülen kişiler tesadüfi örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir.
Araştırmanın örneklem hata payı %95 güven aralığında ± 2,58 olarak hesaplanmıştır. Araştırmada, 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimlerine göre ağırlıklandırılmış veriler SPSS 22. Programı ile analiz edilmiştir.
Maraş’ta gerçekleşen ve 11 ilde hissedilen depremin ilk günlerini şok dönemi, ilk haftalarını insanların elinden geleni yapmaya çalıştığı dayanışma dönemi, ilk ayını hükümet yetkililerinin “her şey iyi olacak, şu kadar konut yapacağız, mağdur etmeyeceğiz” söylemlerini içeren iyimserlik dönemi ve ikinci aydan sonrası ise gündelik hayatın normalleşmesi olarak kategorize edilebilir.
Büyük insanlığı bir yandan dayanışma ve birliğe zorlayan bu tür afet durumları aynı zamanda yeni bir yurttaş bilinci, sivil toplumculuk ve yatay dayanışma ile merkezin karşısında yerelin dinamizmi ve önemini de ortaya koymaktadır. Dolayısıyla 6 Şubat’ta ortaya çıkan tahribatların salt doğa olayları olarak anlaşılamayacağı, bunun bir yönetim konusu olarak gelişim gösterdiği, ihmalkârlık, kâr hırsı ve rant merkezli siyasetin sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıktığını araştırma bulguları ışığında söylemek mümkündür.
Depremler her ne kadar yer kabuğundaki sismik dalgalanmalar ve jeolojik hareketlerin bir sonucu olsa da, o dalgalanmaların tarih boyunca sosyal, siyasal ve kamusal mimariyi büyük oranda etkilediği bilinmektedir. Şimdiden tarihe Maraş Depremleri olarak geçen 6 Şubat’taki felaketin, 1755’teki Büyük Lizbon Depremine benzer etkiler yaratarak siyasal ve kamusal alanı kökten etkileme potansiyeli taşıdığı söylenebilir. Büyük Lizbon Depreminde olduğu gibi Türkiye’de de yönetim otoritesi ve kurumsal nizamın yeni bir sorgulama sürecini beraberinde getirme potansiyeli olan Maraş’taki depremlerin etkileri, her ne kadar 14 Mayıs’taki seçimlerin gölgesinde kalsa da seçimden sonra güncel etkileriyle Türkiye’nin temel gündemlerden biri olacağı görülmektedir.
Avrupa’nın düşünce ve toplumsal tarihine sirayet eden Büyük Lizbon Depremi salt bir yer sarsıntısı değil, dalgaları sosyal, inançsal, siyasal ve ekonomik alanların tümünü etkileyerek büyük dönüşümlere yol açması bakımından önemli bir örnektir. 1755’te büyük etkiler yaratan Lizbon’daki depremle benzer bir analoji kurma ihtiyacının yanısıra tarih boyunca afetlerin insanlığın düşünce sistematiğine yön vererek mevcut kodları yerle yeksan edip daha akılcı ve aydınlanmacı düşüncelerin ortaya çıkmasına zemin oluşturduğu bilinmektedir.
Türkiye’de 6 Şubat’taki Maraş Depremlerinin kısa vadede sebep olduğu toplumsal, ekonomik, demografik ve siyasal dinamikleri anlamaya odaklanan saha araştırmamız 3 temel bölümden oluşmaktadır.
Araştırmamızın birinci bölümü katılımcıların sosyoekonomik durumlarını kapsayan demografik içerikli sorulardan oluşmaktadır. Bu bölümde bölgesel farklılıklar, şehir, yaş, cinsiyet, eğitim, nüfus, medeni durum gibi temel bilgiler ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Araştırmanın ikinci bölümü katılımcıların 6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerden ne oranda ve hangi biçimlerde etkilendiğini ortaya koyan sorulardan oluşmaktadır. Bu bölümde sarsıntının sebep olduğu can ve mal kaybı ile psiko-sosyal etkiler, sivil ve yerel toplumun önemi, depremle ilgili enformasyon-dezenformasyon konusunun ölçülmesi, afet yönetimine yönelik algı, tutum, değerlendirme ve beklentiyi ortaya koymaya çalışan sorulardan oluşmaktadır.
Saha araştırmasının üçüncü bölümünde ise katılımcıların siyasal eğilimleri ölçülmeye, daha önceki seçimlerden hareketle oy verme davranışlarında belirleyici faktörler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bölümde 2018 seçimlerinden bu yana katılımcıların siyasal eğilimlerdeki değişim dinamikleri anlaşılmaya ve sosyal dinamikler ölçeklendirilmeye çalışılmıştır.
3 bölümden oluşan saha araştırmamız, çalışma konusunun arka planının yanında ortaya çıkan bulguların değerlendirilmesini de içermektedir. Araştırma konusu ile ilgili farklı politika, strateji ve taktiklerin gelişmesine katkı sunacak veri setimiz, 6 Şubat’taki çok boyutlu ve çok katmanlı depremlerle ilgili çalışmaların sürdürülmesi, spesifik araştırmaların bu alana dair farklı politika geliştirme amacına uygun olarak devam ettirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Raporumuzun saha çalışmasından veri setinin analizine kadar, öneri ve değerlendirmeleriyle araştırmamıza katkı sunan çalışma ekibimize ve sorularımızı özen ve sabırla dinleyip yanıtlayan katılımcılara çok teşekkür ederiz.
BULGULAR VE DEĞERLENDİRME
Elinizdeki saha çalışması raporu 10-15 Mart 2023 tarihleri arasında 10 kentte 1.446 kişi ile yüz yüze yapılan araştırmanın bulgularına dayanmaktadır. Araştırmaya katılanların %44.1’i kadınlardan, %55.9’u ise erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcıların %33.4’ünün lise, %33’ünün ilkokul ve ortaokul, %22’sinin üniversite mezunu olduğu, %2.7’sinin ise diplomasız okuryazar olduğu veya okuryazar olmadığı görülmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların 3’te biri (%34.6) açlık sınırının altında, 10’da 8’inden fazlası (%83.5) ise yoksulluk sınırının altındaki gelir grubu içinde yer almaktadır. Bu veriler DİSK’in Şubat ayında yayınlamış olduğu dört kişilik ailenin açlık (9.234 TL) ve yoksulluk sınırı (31.934 TL) rakamları ile beraber düşünüldüğünde Türkiye’de açlık ve yoksulluk konusunun temel bir konu olarak ön plana çıktığı görülmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların 4’te birine yakınının 6 Şubat’ta gerçekleşen Maraş merkezli depremlerden doğrudan etkilendiği görülmektedir. Bu durum depremin toplum içindeki etki gücünü ortaya koyması ve bu etki gücünün dinamik bir hal alarak daha da büyüme potansiyelini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu veriler ışığında deprem ile beraber ortaya çıkan yıkımın Türkiye’nin temel gündemlerinden biri olmaya devam edeceği görülmektedir.
Depremin yaşandığı bölgelerdeki yer değiştirme hareketlerine bakıldığında deprem bölgelerinden en yoğun göçün Erzurum, Samsun, İzmir ve Ankara illerine doğru olduğu görülmektedir. Hem coğrafi yakınlık hem de sosyo-ekonomik faktörlerden dolayı gelişen bu yer değiştirme hareketliliğinin bugünden sonra da Türkiye’nin temel konularından biri olarak ön plana çıkacağı görülmektedir.
Türkiye tarihinde en büyük yıkımlardan birine sebep olan Maraş Depremlerinin sadece sarsıntının yaşandığı bölgelerde değil aynı zamanda tüm ülkede büyük psikolojik etkileri olduğu ve bu etkinin farklı şekillerde devam ettiğini söylemek mümkündür. Hem sarsıntıdan doğrudan etkilenen hem de sarsıntı ve afet psikolojisinden kaynaklı olarak toplumun çok büyük bir kısmının depremden etkilendiği görülmektedir. Araştırma bulgularının da gösterdiği gibi katılımcıların ilk aşamada sadece %2.9’unun depremden etkilenmediği görülürken, üzüntü, endişe ve öfkenin katılımcıların temel ruh halini yansıtan duygular olarak ön plana çıktığı izlenmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların%53.3’ünün deprem bölgelerinde akraba ya da arkadaşlarının olduğu görülmektedir. Sarsıntının yaşandığı bölgelerin dinamik nüfus karakteri ve Türkiye’nin diğer bölgeleriyle etkileşimi de düşünüldüğünde bu azımsanamayacak derecede yüksek bir orandır. Ayrıca bu kişilerin %56.4’ü depremde herhangi bir yakınlarını kaybettiklerini (%41.1) ya da yaralandığını (%15.3) ifade ettiği gözülmektedir. Bu durum depremin sebep olduğu yıkımı ve bu yıkımın deprem bölgelerindeki sosyal ve psikolojik yansımalarını ortaya koyması açısından önemlidir. Ayrıca deprem bölgelerindeki psikolojik, sosyal ve iktisadi etkilerin, diğer bölgelerde de kendini gösterme potansiyeli taşıdığını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların yarısına yakınının deprem felaketi ile ilgili gelişmeleri TV kanallarından takip ettiği görülmektedir. Depremle ilgili gelişmeleri sosyal medya platformlarından takip edenlerin oranı ise %41.9 olarak ölçülmüştür.
Kadın katılımcıların erkek katılımcılara göre gelişmeleri TV kanallarına oranla daha çok sosyal medya platformlarından takip ettikleri görülmektedir. TV kanalları içinde muhalif ve alternatif medya platformlarının daha çok takip edildiği, FOX TV’nin en çok izlenen kanal olduğu ve hemen ardından Halk TV’nin geldiği görülmektedir. Bu kanalları ise ATV ve TRT takip etmektedir. TRT izlenme oranı erkeklerde oldukça yüksek iken, kadınlarda bu oranın %4.40’a kadar düşmüş olması ise dikkat çekicidir. Yine depremle ilgili gelişmelerin en çok hangi kaynaktan takip edildiği sorusuna verilen yanıtlara etnik kimlik bazında bakıldığında kendini Kürt olarak tanımlayanların daha çok sosyal medya platformlarından, kendini Türk olarak tanımlayanlarınsa TV kanallarından deprem felaketini takip ettikleri görülmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların 3’te 2’sinin deprem sonrası açıklanan ölü ve yaralı sayılarını güvenilir bulmadığı görülmektedir. Sadece 4 kişiden 1’inin hükümet tarafından açıklanan sayıları güvenilir bulması, deprem sonrası enformasyon ve dezenformasyon konusunun önemini ortaya koymaktadır. Afet durumlarında ölü ve yaralı sayısı ile ilgili enformasyonun bir kriz yönetimi konusu olması onu dezenformatif bir alana çekmektedir. Hükümete yakın katılımcılar tarafından da dezenformasyon olarak anlaşılan bu duruma araştırma bulguları ışığında bakıldığında, katılımcıların önemli bir kısmının depremde açıklanan can kayıpları ile ilgili resmi açıklamaları güvenilir bulmadığı görülmektedir.
Açıklanan sayıları güvenilir bulmayan katılımcıların deprem ile ilgili enformasyon kaynaklarına bakıldığında %72.90 ile sosyal medya platformlarının ön plana çıktığı görülmektedir. Kayıplarla ilgili açıklanan sayıları güvenilir bulma oranının TV kanallarını takip edenlerde daha yüksek olduğu izlenmektedir. TV kanalları içinde TRT’yi takip eden katılımcıların %51.60’ının açıklanan ölü ve yaralı sayılarını güvenilir bulmaması dikkat çekicidir. Açıklanan yaralı ve ölü sayısını güvenilir buluyor musunuz sorusuna verilen yanıtlara katılımcıların bu pazar bir seçim olması halinde yapacakları parti tercihlerine göre bakıldığında muhalefet partilerini tercih eden katılımcıların çok yüksek oranlarda açıklanan sayıları güvenilir bulmadıkları görülmektedir. Bu oranın kararsız seçmenlerde de %70.30’u bulduğu izlenmektedir. MHP seçmeninin %64.90’u açıklanan sayıları güvenilir bulurken AKP seçmeninin yalnızca %50.80’inin güvenilir bulması oldukça dikkat çekicidir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların %52.5’inin hükümetin deprem başta olmak üzere doğal afet yönetim hazırlığını yetersiz bulduğu, %32’sinin ise yeterli bulduğu görülmektedir. Araştırma bulgularının da ortaya koyduğu veriler ışığında katılımcıların önemli bir kısmının deprem başta olmak üzere afetlere yönelik hazırlıklar konusunda mevcut hükümeti yetersiz ve kötü bulduğu görülmektedir. Hükümetin deprem başta olmak üzere doğal afet yönetim hazırlığını nasıl değerlendiriyorsunuz sorusuna verilen yanıtlara cinsiyet odaklı bakıldığında, kadınların erkeklere oranla bu hazırlıkları daha olumsuz bulduğu izlenmektedir. Kadınların %58’i hükümetin doğal afet yönetim hazırlığını kötü olarak değerlendirirken erkeklerde bu oran %50.10’dur.
Araştırma grubunda yer alan katılımcılara hükümetin depremin ardından ilk 48 saat içinde yapılan çalışmalarını başarılı buluyor musunuz sorusu yöneltildiğinde, %52.6’sının başarısız, %36.3’ünün başarılı, %9.5’inin ne başarılı ne başarısız, %1.4’ünün fikrim yok yanıtını verdiği görülmektedir. Hükümetin depremin ardından ilk 48 saat içinde yapılan çalışmalarını başarılı buluyor musunuz sorusuna verilen yanıtlara parti tercihlerine göre bakıldığında Recep Tayyip Erdoğan’a oy vermiş olan seçmenin %67.20’sinin çalışmaları başarılı bulduğu görülürken ilk defa oy kullanacak seçmenin %83.30 oranında başarısız bulduğu görülmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların deprem sonrası hükümetin afet yönetimi ile ilgili sorulara verdikleri cevaplar değerlendirildiğinde, üniversitelerde yüz yüze eğitime ara verilmesini beğenmiyorum diyenlerin oranının %53.7 olarak en yüksek oran olduğu; arama kurtarma çalışmaları esnasında Twitter’a erişimin sınırlandırılmasının %52 beğenmeme ile bu oranı takip ettiği izlenmektedir. Hükümetin depremden sonra çadır dağıtımının beğenilmeme oranı ise %47.7 olarak ölçülmüştür. Kategorilerin ekseriyetinde katılımcıların hükümetin afet yönetimini yetersiz ve başarısız bulduğu görülmektedir.
Arama kurtarma ve ilk yardım çalışmalarını yetersiz bulanlar parti tercihlerine göre değerlendirildiğinde HDP’li katılımcıların %80.20’si, CHP’lilerin %76.20’si İYİ Partililerin %73.5’inin hükümetin çalışmalarını başarısız bulduğu, AKP’lilerin ise %20’sine yakınının hükümetin çalışmalarını başarısız bulduğu görülmektedir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların depremden sonra afet bölgelerine en büyük desteğin kim tarafından verildiği sorusuna ilişkin yanıtlara bakıldığında “Halkın Bireysel Çabası”, “Ahbap”, “Diğer İllerden Gelen Belediyeler”, “Sivil Toplum Kuruluşları”, “Yabancı Yardım Kuruluşları”, “Siyasi Partiler”, “Yerel Belediyeler” ve “Madenciler” seçeneklerinin toplamının %54.5 ile ön plana çıktığı görülmektedir. Katılımcıların sadece %27.3’ünün hükümet yanıtı verdiği görülmektedir. Yine katılımcıların sadece %10.7’sinin İçişleri Bakanlığına bağlı, temel görev ve amacı afet öncesi hazırlık ve zarar azaltma, afet esnasında yapılacak müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının yönetim ve koordinasyonunu gerçekleştirmek olan AFAD yanıtı vermesi dikkat çekicidir.
Deprem bölgelerinin sosyo-ekonomik, kültürel ve demografik karakteri göz önüne alındığında sarsıntının gerçekleştiği bölgelerde arama kurtarma, yardım ve destek çalışmalarında ayrımcılık yapılıp yapılmadığı sorusuna katılımcıların %59.2’sinin hayır, %27.1’inin evet, %9.2’sinin kararsız, %3.6’sının ise fikrim yok şeklinde yanıtlar verdiği görülmektedir.
Yine depremin etkili olduğu bölgelere destek ve yardım konusunda ayrımcılık yapıldığını düşünüyor musunuz sorusuna verilen yanıtlar parti tercihlerine göre değerlendirildiğinde, ayrımcılık yapıldığını düşünen en yüksek kesimin %61.90 ile HDP seçmeni olduğu görülmektedir. CHP seçmeninin de %51.90’nının ayrımcılık yapıldığını düşünmesi dikkat çekicidir. MHP seçmenleri %92.60 oranında ayrımcılık olmadığını düşünürken, AKP’li katılımcılarda bu oran %84.90 olarak ölçülmüştür.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların yaşanan deprem sonrası ortaya çıkan yıkımdan kimi sorumlu tuttuğu sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında hükümetin %32 ile ön plana çıktığı görülmektedir. Katılımcıların %30’unun müteahhitleri, %23.90’ının belediyeleri sorumlu tuttuğu, %7.50’sinin ise doğal afet olmasından kaynaklı olarak kimsenin sorumlu tutulamayacağını belirttikleri görülmektedir. Türkiye’de müteahhitlerin siyaset ve bürokrasi ile ilişkileri göz önüne alındığında, katılımcıların yaklaşık 3’te ikisinin yıkımdan en çok hükümet ve müteahhitleri sorumlu tutması, depremi doğal bir afetten ziyade bir yönetim konusu olarak gördüklerini ortaya koymaktadır.
Yaşanan depremde bu kadar yıkım olmasından kimin sorumlu olduğunu düşünüyorsunuz sorusuna verilen yanıtlara Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanacakları oy tercihlerine göre bakıldığında hükümeti sorumlu tutan en yüksek kesimin %46.3 ile HDP adayını tercih edeceğini söyleyen katılımcılar ile %46.1 ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini belirten seçmenler olduğu görülmektedir. Doğal afettir kimse sorumlu tutulamaz diye yanıt veren kesimin %15.5 ile en yüksek oranda Recep Tayyip Erdoğan seçmenleri olduğu görülmektedir. Oy kullanmayacağım şeklinde yanıt verenlerin %33.5 ile en yüksek oranda hükümeti işaret etmesi ayrıca dikkat çekicidir.
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların, ülke güvenliği için en büyük risk unsuru nedir sorusuna %19.2’sinin doğal afetler, %17.2’sinin savaşlar, %16.2’sinin toplumsal kutuplaşma, %15.3’ünün yönetim sistemi, %14.8’inin ise hukuksuzluk yanıtı verdikleri görülmektedir. Çok kısa bir süre öncesinde büyük bir afet yaşanmış olması dolayısıyla en yüksek oranda doğal afet cevabının verilmiş olması oldukça beklenirdir. Toplamda %46.3 oranında ise toplumsal kutuplaşma, yönetim sistemi, hukuksuzluk gibi yanıtların verilmiş olması oldukça dikkat çekicidir.
Yanıtlara cinsiyete göre bakıldığında kadınların %21.90 ile birinci sırada doğal afetleri, ikinci sırada %17.30 ile yönetim sistemini risk unsuru olarak gördükleri; erkeklerin ise en büyük risk unsuru olarak birinci sırada %18.40 ile savaşları, ardından da birbirine çok yakın oranlarda doğal afetler (%17.50) ve toplumsal kutuplaşmayı (%17.20) gördükleri izlenmektedir. Yanıtlara yaş gruplarına göre bakıldığında 18-24 yaş grubunun %28.70 oranında doğal afetleri gördüğü, bu yanıtı %22.30 ile yönetim sistemi yanıtının takip ettiği görülmektedir. 55 ve üzeri yaş grubundaki katılımcıların beşte birinin en büyük risk unsuru olarak toplumsal kutuplaşmayı gördüğü izlenmektedir. Soruya verilen yanıtlara parti tercihlerine göre bakıldığında HDP ve CHP seçmenlerinin en yüksek oranda (%27.60 ve %24.80) yönetim sistemi yanıtı verdikleri görülmektedir. HDP ve CHP seçmenlerinde ikinci olarak en çok ifade edilen risk unsuru hukuksuzluk olarak ön plana çıkmaktadır. AKP seçmenleri bu soruya %23.70 oranında doğal afet %23.40 oranında ise savaşlar olarak yanıt vermiştir.
Depremin ilk günlerinde Kızılay’ın envanterindeki çadırları çeşitli sivil toplum ve yardım kuruluşlarına satması, bu çadırları deprem bölgelerine göndermemesini araştırma grubunda yer alan katılımcıların %77.9’unun yanlış bulduğu görülmektedir. Kamuoyunda da çokça tartışılan çadır satma konusunu katılımcıların sadece %13.8’inin doğru bulduğu görülmektedir. Verilen yanıtlara parti tercihlerine göre bakıldığında AKP ve MHP’li katılımcıların %60’ından fazlasının çadır satılmasını doğru bulmadığı dikkat çekmektedir. CHP, HDP ve İyi Parti seçmenlerinde bu oran yaklaşık %95’in üzerine çıkmaktadır.
Katılımcıların depremden sonra hükümetin ortak yayınla topladığı 115 milyarın amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmayacağına ilişkin soruya %46.7 oranında hayır, %38.7 oranında evet cevabı verdikleri, %10.5’inin kararsız olduğu ve %4.1’inin fikrim yok şeklinde yanıt verdikleri görülmektedir. Verilen yanıtlara yaş gruplarına göre bakıldığında, yardım paralarının amacına uygun kullanılmayacağını en çok düşünen yaş grubunun en fazla 25-44 yaş aralığında olduğu görülmektedir. Yanıtlara parti tercihlerine göre bakıldığında AKP seçmenlerinin %82.50, MHP seçmenlerinin %83.90 oranında evet amacına uygun olarak kullanılacağını düşünüyorum yanıtı verdikleri, CHP seçmenlerinin %82.90, HDP seçmenlerinin %89.60 ve İyi Parti seçmenlerinin %89.90 oranlarında toplanan paranın amacına uygun kullanılmayacağını ifade ettikleri görülmektedir.
Depremden sonra ortaya çıkan afet yönetimi deneyimi, Türkiye’de merkez ile yerel arasındaki uyumsuzluğu ve bunun sonuçlarını ortaya koyması açısından önem teşkil etmektedir. Merkezi yönetimin kurumsal ve bürokratik hantallığı, etkin bir dayanışma ve yardımlaşma mekanizmasının kurulması bağlamında yerel yönetimlerin dinamik karakterine duyulan ihtiyacı ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile beraber yerel dinamiklerin ortadan kaldırılması ve bunun sonuçları, afet durumlarına hazırlık konusunda yerel yönetimlerin gücüne duyulan ihtiyacı bir kez daha ön plana çıkarmaktadır. Araştırma bulgularıyla da desteklenen bu durum, Türkiye’de rejim ve sistem tartışmaları açısından önem taşımaktadır. Araştırma grubunda yer alan katılımcıların %76.6’sının daha etkin bir dayanışma ve yardımlaşma mekanizmasının kurulması konusunda yerel yönetimlerin önemine işaret etmesi dikkat çekicidir. Araştırma bulgularından hareketle, etkin bir dayanışma ve yardım için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz sorusuna verilen yanıtlara parti tercihlerine göre bakıldığında HDP seçmenlerinin %88.10’unun, CHP seçmenlerinin %87.80’inin, AKP seçmenlerinin ise %71.20’sinin kesinlikle güçlendirilmeli şeklinde fikir belirttikleri görülmektedir. Aynı soruya İyi Parti seçmenlerinin %68.60, MHP seçmenlerinin ise %50.50 oranında evet güçlendirmeli şeklinde yanıt verdikleri izlenmektedir.
Türkiye, siyasi tarihinin en kritik seçimlerine hazırlanırken Maraş’ta gerçekleşen depremlerin sosyal, ekonomik, demografik ve insani sonuçlarının yanında siyasal etki ve yansımaları da önemli bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. Araştırma grubumuzda yer alan katılımcılara yaşanan deprem ve afet süreci başta olmak üzere ülke gündemindeki son gelişmelerin oy verme tercihlerinde bir değişiklik yaratıp yaratmadığı sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında katılımcıların 4’te 1’ine yakınının evet değişiklik yarattı yanıtı verdikleri görülmektedir. Verilen yanıtlara yaş gruplarına göre bakıldığında evet diyenlerin oranının %29.50 ile en yüksek 25-34 yaş aralığında olduğu görülmektedir. Yine yanıtlara gelir dağılımına göre bakıldığında evet diyenlerin oranının %28.20 ile en yüksek 0-3000 gelir grubu arasında olduğu görülmektedir. Gelir seviyesi yükseldikçe tercihlerinde bir değişiklik olmayacağını söyleyenlerin de oranının arttığı izlenmektedir.
Katılımcılara bu pazar seçim olması durumunda hangi partiye oy verecekleri sorulduğunda %30.9 AKP, %21.8 CHP, %9.3 HDP, %7.3 İyi Parti, %6.6 MHP, %2.2 Memleket Partisi, %1.1 TİP yanıtı verdikleri görülmektedir. Ortaya çıkan veriler ışığında bu pazar seçim olması durumunda kararsızlar dağıtılmadan Cumhur İttifakı’nın %38.1, Millet İttifakı’nın %30.5, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ise %10.4 oranında oy aldıkları görülmektedir.
Katılımcılara bu pazar seçim olması durumunda hangi partiye oy verecekleri sorusuna kararsızlar ve oy kullanmayacağım diyenler dağıtıldıktan sonra oy oranlarının %37.6 AKP, %26.5 CHP, %11.3 HDP, %8.8 İyi Parti, %8 MHP, %2.7 Memleket Partisi, %1.4 TİP şeklinde dağıldığı görülmektedir. Ortaya çıkan veriler ışığında bu pazar seçim olması durumunda kararsızlar dağıtıldığında Cumhur İttifakı’nın %46.3, Millet İttifakı’nın %37, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ise %12.7 oranında oy aldıkları izlenmektedir.
Bir önceki seçimle önümüzdeki seçimler arasındaki oy geçişkenliğine bakıldığında, 2018 yılında AKP’ye oy vermiş seçmenin %75.7’si bu pazar seçim olsa yine AKP’yi tercih edeceğini söylerken, %6.8’i CHP’yi tercih edeceğini beyan etmektedir. %10.4 ise kararsız olduğunu belirtmektedir. CHP’ye oy vermiş seçmenin %79.9’u tekrardan CHP derken, %4.2’si bu pazar seçim olursa AKP’yi, %4.6’sı Memleket Partisi’ni tercih edeceğini ifade etmektedir. HDP’ye oy vermiş seçmenlerin %78.6’sı tekrar HDP’yi, %10.3’ü ise CHP’yi tercih edeceğini belirtmektedir. MHP’ye oy vermiş seçmenlerin %63’ü tekrar MHP yönünde oy kullanacağını beyan ederken %11.6’sı kararsız olduğunu ifade etmektedir. İyi Parti’ye oy vermiş seçmenlerin %67.5’i tekrar İyi parti derken %9.5’i bu defa CHP’yi, %4.8’i ise Memleket Partisi’ni tercih edeceğini belirtmektedir. Bu bulgular ışığında ve Cumhur ile Millet İttifakları arasında matematiği çözecek esas grubun kararsızlar, oy kullanmayacağını beyan edenler ve cevap vermek istemeyenlerin oluşturduğunu gri alandaki (%17.8) katılımcılar olduğunu söylemek mümkündür.
Araştırma grubunda yer alan katılımcılara bu pazar cumhurbaşkanlığı seçimi olsa hangi adaya oy verecekleri sorulduğunda Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın %37.7, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun %31, HDP adayının %7.9, Muharrem İnce’nin ise %7 oranında desteklendiği görülmektedir. Katılımcılardan kararsız, oy kullanmayacağını belirten ve cevap vermek istemeyenlerin oranının %15.8 olduğu, bu oranın da matematiği önemli oranda belirleme potansiyeli taşıdığı görülmektedir. HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi için aday çıkarmama kararı almasından sonra Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun avantajlı konuma geldiği, Muharrem İnce’nin ise seçim sonuçlarının iktidar ya da muhalefet lehine sonuçlanmasında kilit pozisyonuna geçtiği görülmektedir.
Kararsızlar dağıtıldıktan sonra katılımcılara bu pazar cumhurbaşkanlığı seçimi olsa hangi adaya oy verecekleri sorulduğunda Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın %44.7, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun %36.9, HDP adayının %9.4, Muharrem İnce’nin ise %8.2 oranında desteklendiği görülmektedir. Ortaya çıkan veriler ışığında Erdoğan karşıtı blokun %55 bandında olması dikkat çekicidir.
Bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle önümüzdeki seçimler arasındaki oy geçişkenliğine bakıldığında 2018’de Recep Tayyip Erdoğan’a oy vermiş seçmenlerin %77.70’inin bugün yine Recep Tayyip Erdoğan’a, %8.30’unun Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vereceği, %7’sinin ise kararsız olduğu gözlemlenmektedir. 2018’de Muharrem İnce’ye oy vermiş seçmenin %73.30’unun bugün seçim olduğunda Kemal Kılıçdaroğlu’na, %15.20’sinin ise tekrar Muharrem İnce’ye oy vereceğini beyan ettiği görülmektedir. 2018’de Selahattin Demirtaş’a oy vermiş seçmenin %66’sı HDP adayını destekleyeceğini söylerken, %18.70’i Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini ifade etmektedir.
İyi Parti ile Millet İttifakı arasında sorunlara sebep olan ve muhalefet partileri arasındaki güven, uyum ve motivasyonu etkileyen İyi Parti’nin önce ittifaktan çıkıp daha sonra tekrar ittifaka dâhil olduğu çıkışı sorduğumuzda bunu yanlış bulan katılımcıların oranı %60 olarak ölçülmüştür. Bu çıkışı doğru bulanların oranı %18, kararsız ve cevap vermek istemeyenlerin oranının ise %22 olduğu görülmektedir. İyi Partili katılımcıların bu çıkışı onaylamama oranının %52.40 olması oldukça dikkat çekicidir. Bu çıkışı en yanlış bulanlar ise %82 ile HDP’li katılımcılardır.
I. BÖLÜM: SOSYO-EKONOMİK VE DEMOGRAFİK BİLGİLER
Saha çalışmasının gerçekleştirildiği iller
Saha çalışması İstanbul, Diyarbakır, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya, Samsun, Kayseri, Erzurum ve Trabzon olmak üzere 10 ilde 1446 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Bu illerin dağılımı İstanbul %27.6, Diyarbakır %16.9, Ankara %10.5, Bursa %9.8, İzmir %9.1, Antalya %7.3, Samsun %6.8, Kayseri %5.2, Erzurum %3.4, Trabzon %3.4 şeklinde olmuştur.
Katılımcıların cinsiyet dağılımı
Araştırma grubunda yer alan katılımcıların cinsiyet dağılımına bakıldığında %44.1’inin kadın, %55.9’unun ise erkek olduğu görülmektedir.
Katılımcıların yaş aralığı