Türkiye’de anayasa yapım süreci ile il- gili tartışmalar 2023 genel, 2024 ye- rel seçimlerinden sonra da gündemin önemli başlıklarından birini oluşturu- yor. Doğası ve gelişim süreçleri bakı- mından sosyal kontrat olma özelliği taşıyan, nizamın tesisi ve bağlayıcılık vasfı itibariyle bir tutkal işlevi görmesi gereken anayasalar, Türkiye’de kon- jonktürel faktörlere, iktidarın siyasi ajandası ve kısa vadeli politik manevra arayışı bakımından araçsallaştırılan bir tartışmaya dönüştürülmüştür. Bu du- rum başlı başına yönetimsellik krizini işaret etmekte, anayasa yapımına hem duyulan ihtiyacı hem de bu ihtiyacın yöntemi konusunda yeni bir tartışma alanı açmaktadır.
Türkiye’nin birinci yüzyılındaki temel ve yapısal sorunların bakiyesi, ikinci yüz- yılını, siyasi geleceğini, anayasal varlık çerçevesini ve müesses nizamını ipotek altına almıştır. Cumhuriyetin başından bugüne kadar çözümsüz bırakılan ve bugüne devrolunan meseleler; siyasal ve toplumsal sorunlar olması bağlamın- da aynı zamanda bir anayasal krizi işa- ret etmektedir. Türkiye’de son yüzyılda inşa edilen “toplum” nosyonu, cerahat vasfı olan bir mühendislik çalışmasıdır.
Bu bağlamda “toplumsal sözleşme” ol- madan, “anayasal” bir bağlayıcılık düz- lemi inşa edilmeden, “toplum” olmak, toplum inşa etmek mümkün mü diye sormanın tam zamanıdır.
Türkiye siyasi tarihindeki krizler öte taraftan çıktı olarak bir anayasal kriz- ler manzumesi şeklinde de okunabilir. Neden ve sonuç ilişkileri bakımından birbirlerine bağlanan bu durum ve son yüzyıldaki anayasal kriz halindeki bu süreklilik, 2024 yılı itibariyle yapı- lan anayasa yapım çalışmalarıyla tekrar kristalize olmuştur. Bugün Türkiye ve dünyadaki konjonktürel duruma baktı- ğımızda son yüzyılda elde edilen temel hak ve hürriyetler, ifade, gösteri ve top- lanma özgürlüğü ve dahası yaşam hak- kının kutsallığı gibi temel değerlerin dayanağı olan normatif hukukun rafa kaldırılma eğilimi çok güçlü bir şekilde kendini göstermektedir.
Müstemleke kanunlarından umum-i müfettişlik ve sıkıyönetim kanunlarına, darbe girişimlerinden darbelere, aske- ri cuntadan sivil cunta pratiklerine ka- dar, bir olağanüstü halin olağanlaş(tırıl) ması serencamı olarak da özetleyebile- ceğimiz Türkiye’nin birinci yüzyılı, ted- bir ile norm dilemmasının bir izdüşü-
mü olarak gelişim göstermiştir. Muhtelif ve müstakil iki farklı hukuki ve anayasal çerçeveyi de işaret eden bu durum, Tür- kiye’deki anayasal krizin temel sebep- lerinden biri olarak gösterilebilir. Kürt meselesinin oluşum, gelişim ve yayılım süreçleri bağlamında oluşan bu kriz hali, bugün artık Kürtleri de aşarak tüm Türkiye toplumu bağlamında bir “ana- yasasızlık” durumu ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’de anayasal krizin temel sebep- lerinden biri olarak Kürtlerin bu top- lumsal sözleşme kapsamında, kolektif kimlikleri ve bu kimlik etrafında nasıl bir hak ve özgürlükler dairesi içine alınaca- ğı bahsidir. Dolayısıyla Kürtlerin müsta- kil bir topluluk olarak kabulü de onların varlığına yönelik reddiyeci anlayış da esasında bu yaklaşımı bir anayasal da- yanağa yerleştiriyor.
Bu metinde dünyada anayasa yapım süreçlerinin kısa bir arka planı ve bağ- layıcı bir hukuki metin olarak anayasa konusuna odaklanılmış ve bu çerçe- ve bağlamında Türkiye’deki anayasa yapım çalışmaları ile ilgili aktüel gün- demin analizi yapılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de anayasal çerçeveye duyulan ihtiyaçla, bu ihtiyacın iktidarların kendi siyasi muhasebe ve önceliklerine kur- ban edilmesinin ortaya çıkardığı yüzyıl- lık anayasal kriz hali bugün de devam etmektedir. Bugünkü anayasa yapım süreci ile ilgili gündemin hem yöntem hem kapsam hem mahiyet hem de içerik bakımından bir harç ve bağlayıcı işlevi görmesi gereken bir karakterden yoksun yürütüldüğü görülmektedir. Dolayısıyla anayasa yapım süreci, bir po- litik manevra konusu olarak ve gündem
manipülasyonu işlevi yüklenen bir konu olarak ön plana çıkmaktadır.
Kısa bir arka plan
Modern anlamda anayasa olarak ifade edilen hukuki metin, 17. Yüzyılın atmos- feri içinde sosyal, siyasal ve iktisadi haya- tın düzenlenmesi için dönemin koşulları bağlamında zorunlu bir ihtiyaç biçimin- de ve esasen liberal siyasal teorinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Sosyal, iktisa- di ve siyasal bir sınıf olarak burjuvazinin, varlığını koruma ve geliştirme, siyasal etkinliğini genişletme ve nüfuz alanını büyütme arayışı; egemenliğin paylaşıl- ması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması, yöneten ve yönetilen için ortak bağlayıcılığı olan üstün bir norm yaratma gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu gereklilik, hâkim sınıf ve siyasi elitlerin hukuki bağlayıcılığı olan bir metne duy- dukları ihtiyaç bağlamında bugün de güncelliğini koruyan bir nokta olarak ön plana çıkmaktadır.
O dönemin koşulları itibariyle anaya- sacılık faaliyetinin temel konsantrasyo- nu, tek kişi olarak yönetim erkini teke- linde tutan kral, diktatör gibi zamane iktidarlarının güç kullanımının, bir or- ganizasyon çerçevesinde paylaşıldığı federalizme doğru bir yönelişi de ifade etmektedir. Dolayısıyla güç tekelinin tahkimi, merkezi otoriteyi güçlendir- me, salt ideolojik bağlılıklar gibi moti- vasyonlarla yapılan anayasalar; hukuk devletinin genel prensipleriyle bağdaş- mayacak ve ilgili metni ideolojik bir ma- nifesto olmaktan öteye geçiremeyece-
ği için anayasacılık faaliyetleri, bugüne dek temelde “merkez” ile “periferi” ara- sındaki ilişkileri düzenleyen bir bağla- ma oturmuştur. Temel ve zorunlu amaç hukuk devleti ise, özgürlükler ve insan onuru, devlet düzeninin temel dinamiği ve vazgeçilmez ilkesi olmalıdır anlayışı bu bağlamda anayasacılık faaliyetleri- nin esasını oluşturur ve bugünkü mev- cut durumu anlamak için bir çerçeve ortaya koymaktadır.
Bağlayıcılık vasfı ve mevcut yönetimle- ri elinde tutan güç odaklarının üstünde bir konumu ve üstün hukuk normu ola- rak anayasal metinler, egemen güç ola- rak devlete kimlik kazandıran, bu kim- liğin felsefi, ideolojik ve siyasal biçimini belirleyip ifade eden metinlerdir. Aynı zamanda devlet organizasyonunu oluş- turan siyasal, bürokratik yapılar arasın- daki ilişki ve işbölümünün sınırlarını çi- zen, devlet, birey ve toplum ilişkilerinde birey ve topluma ait haklar, özgürlükler ve yükümlülükler bu bağlamda belir- lenir denilebilir. Bu metinlerle beraber ortaya çıkan hak ve özgürlüklerin koru- nup geliştirilmesine yönelik güvencele- rin kaynağı olan bu bağlayıcılık kıstası; norm, normal ve normalizasyon gibi mefhumları da belirleyerek biçimlendir- mektedir.
Temel olarak toplum nosyonunun inşası- na hizmet eden metin olarak anayasa, ik- tidar gücünün ve bu gücün kullanımının meşruiyetinin kaynağının belirlenmesi noktasında, demokratik veya anti demok- ratik bir niteliği haiz olur. Toplumsal talep ve bu talebe uygun olarak hazırlanmış bir anayasa ancak kendisini demokratik bir
anayasa olarak var edebilecek ve ait oldu- ğu devleti, “kanun devleti” değil de yazılı hukuk normunu da aşan “anayasal dev- let” yahut “hukuk devleti” olarak konum- landıracaktır. Bu bağlam anayasacılık fa- aliyetlerinin ilk örneklerinin ortaya çıktığı son 400 yıla yakın tarihin temel karakteri olmuş ve bugün de benzer arayışların en belirgin motivasyonu olmuştur.
Doğaları gereği ideolojik metin nite- liği de bulunan anayasa metninin hâ- kim ideolojinin, felsefenin belirlendiği bölüm, modern anayasacılık anlayışı kapsamında anayasaların başlangıç kıs- mıdır. Bu kısım; genellikle Anayasa met- nine dâhil olmamakla birlikte, anaya- sanın yorumlanması ve uygulanması aşamasında müracaat edilen bölümdür. Bu bölüm, anayasayı yapanları iradesiy- le, anayasaların felsefesi, yapıldıkları dö- nemin koşullarına bağlı olarak yapılış nedenlerini, dayandıkları temel ilke ve değerleri belirler.
Yürürlükte bulunan 1982 Anayasası, 2. ve 176. Maddeleri kapsamında başlan- gıç kısmını da anayasa içeriğine dâhil ederek bu kısmı da anayasal norm ni- teliğinde kabul etmiştir. Bu yaklaşım ile örneğin ‘’din ve vicdan özgürlüğü’’, ‘’ kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlı- ğı ‘’ gibi temel hak ve hürriyetler ‘’Ata- türk milliyetçiliği’’ , ‘’Türk kimliği’’ (Türk- çülük) gibi daha çok ideolojik olgularla aynı hukuki koruma güvencesine alın- mıştır. Bu ideolojik dayatma; 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde etkin ve yeterli bir anayasa yapılamamış olmasının başlıca sebepleri arasında düşünülüp tartışıl- malıdır.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti mevcut anayasası başlangıç kısmı “Türk vatanı, yüce Türk devleti, Türkiye Cum- huriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirledi- ği milliyetçilik anlayışı” gibi katı ideolo- jik ve belli bir etnik kökeni referans alır. Devleti kutsayarak yücelik vasfını dev- lete atfeden anlayış; mevcut anayasa- nın sosyal sözleşme niteliğinden uzak, toplumsal talep, dinamikler ve çağdaş hukuk değerlerinden yoksun olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu yaklaşım yerine; evrensel hukuk normları çerçevesinde kişi ve kişiye ait hakları merkeze alan, sistem ve ideolo- jiyi değil ona işlerlik ve anlam kazandı- ran bireyi korumaya dönük bir anlayışın kabulü, bugün Anayasa yapıcılar için tarihsel dinamiğin dayattığı bir zorun- luluktur.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne anayasacılık faaliyetlerinin serencamı
Bugün hukuki bir metne duyulan ih- tiyaç bağlamında Türkiye’deki anaya- sa meselesini, mevcut sorun ve ide- olojik-politik açmazların kaynağını saptamak açısından Osmanlı devletin- deki anayasacılık faaliyetleri ile ilgili ara- yışı anlamanın faydalı olacağını söyle- yebiliriz. Hem yöntem hem içerik hem de mahiyet bakımından özellikle Cum- huriyetin kuruluş ideolojisini etkilemesi bağlamında, bugünkü anayasa yapım sürecinin arka planını anlamak büyük bir ihtiyaçtır.
Çok kültürlü, çok kimlikli ve birçok farklı
inanca mensup toplulukları barındıran Osmanlı devletinde, modern anlamda anayasacılık faaliyetinin 17 ve 18. Yüz- yılda Batı dünyasında meydana gelen değişme ve gelişmelerin zorunlu so- nucu olarak ortaya çıktığını ve bu faa- liyetlerin çoğunlukla merkezi otoriteyi güçlendirmeyi amaçlayan yenilikler ol- duğunu görüyoruz. Senedi İttifak’tan Kanuni Esasi’ye kadar yapılan bir dizi yasal, anayasal düzlem değişikliğinin temel dinamiği, Batı dünyasındaki gibi burjuvazinin soysal, iktisadi ve siyasal mücadelesiyle beliren toplumsal talep değil, daha çok monarşinin kendi ken- dini yeniden yapılandırması biçiminde gerçekleşmesi, bu yenilik hareketleri- ni çağdaş anayasacılık faaliyetlerinden ayıran temel bir farklılıktır. Monarşinin güncel durum karşısında kendini re- güle ve adapte etme ihtiyacı yahut zo- runluluğu, temel ve belirleyici bir etken olarak bugün Türkiye’deki anayasa ya- pım sürecinin temel motivasyonunu anlamak açısından da tarihsel süreklilik bağlamında bir çerçeve açmaktadır.
Yanı sıra, merkezi otoriteyi kademeli olarak çevreye dağıtması yetersiz olsa bile temel haklara vurgu yaparak bazı haklar bakımından yasal koruma statü- sü getirmesi bu metinlerin anayasacılık faaliyetleri kapsamında ilk deneyimler olmasını sağlamıştır. Bugün modern dünya, 17 ve 18. Yüzyıldaki toplumsal, siyasal şartlarından çok uzak olsa da; hukuk zemininde temel talep, anaya- sal zeminde ideal arayış dün olduğu gibi bugün de çok benzerdir. Birey için bu temel arayış ve talep, çağdaş hu- kuk normları zemininde insan onuruna
uygun bir yaşam sürmektir. Bu idealin inşası, toplumsal talep ve siyasal dina- miklerin odağında “anayasal devlet” hedefine odaklanmış iktidar ve muha- lefetin varlığına bağlıdır. Yeni yüzyılın Türkiye’sinin niteliğini bugünkü birey- sel, toplumsal ve siyasal iradesi belirle- yecektir. Bu tarihsel sorumluluk bilinci siyasal, ideolojik, iktisadi kazanç kon- santrasyonunun önüne geçmelidir.
Yeni devlet-1921 Anayasası
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı devleti- nin bakiyesi olarak son yüzyılında çeşitli anayasal pratikleri deneyimleyen kar- maşık süreçlerden geçmiştir. Ülkenin etnik, dini, sınıfsal karakteri ve bölgesel, küresel değişkenlere açık olan jepolitik ve jeostratejik konumunu tahkim ede- cek bir anayasal çerçeve arayışı olsa da bugün itibariyle bu çerçevenin varlığın- dan bahsetmek oldukça güç. 100 yıllık dönemde birçok farklı anayasal süreç- lerden geçilmiş olsa da 1921 Anayasası- nın birçok eksiğine rağmen merkez ile periferi arasındaki ilişkileri düzenleyen en “makul” metin olduğunu söyleyebi- liriz. Dolayısıyla Türkiye’de bugün yaşa- nan anayasal krizin çözümünde bir il- ham metni olabilecek olan bu anayasa, mevcut koşullara uyarlanabilir ve ana- yasal krizin çözümünde bir çıkış kapısı olabilir.
20 Ocak 1921’de Büyük Millet Meclisi ta- rafından yeni devletin ilk hukuki belgesi Teşkilat-ı Esasiye kanunu adı altında ka- bul edildi. Osmanlı imparatorluğundan kesin bir kopuşun hukuki belgesi olan bu anayasa yapım süreci, asli kurucu
iktidar ürünü olma niteliğini haizdir. Er- zurum ve Sivas kongreleri ile toplumsal süreçlerden geçerek ortaya konulan amaçlar çerçevesinde halk iradesinin mutlak hâkim kılınması hedefi, yeni devletin temellerini oluşturmuştur.
1921 Anayasası 6 aylık bir süreç sonucun- da yeni devletin anayasa ufkunu, idari teşkilat yapısını, kurucu felsefesini ifade eden bağlayıcı bir hukuk metnine dö- nüşmüştür. Ruhu itibarı ile halkçı, idari sistematiği itibarıyla desantralize, ikti- dar gücünü merkezden çevreye-yerele transfer eden niteliği haizdir. Kuşkusuz bu nitelik; Erzurum ve Sivas kongre- leri kapsamında gerçekleştirilen çalış- ma ve arayışların sonucu olarak ortaya konmuş sosyal sözleşme özelliğine de işaret etmekle birlikte, aynı zamanda geniş biçimde halk nezdinde meşruiyet zemininin sağlandığını göstermektedir. Kongre tipi örgütlenme modeli açısın- dan bugüne de ilham olabilecek bir ka- raktere sahiptir.
Bu bağlamda; sağlık, bayındırlık, eği- tim, ziraat gibi alanlardaki bazı kamu- sal yetkiler ve bu yetkilere bağlı olarak sorumluluk yerel yönetim birimi olarak vilayetlere devredilmiştir. 1921 anayasa- sının kamusal gücü belli oranda yerele transfer eden özelliği, yapıldığı döne- min toplumsal özelliği ve siyasal ihtiyaç- larına uygunluğunun da işaretidir. Aynı toplumsal ve siyasal koşullar bugünün reel politiğinin de en önemli dinamiği- dir.
Bu noktada 1921 yılında kurulan devletin kuruluş felsefesinin, günümüz milliyet- çi muhafazakâr politik söyleminin tam
tersine tekçi değil; halkçı, çoğulcu, katı üniter değil, yerinden yönetim esasına dayalı otonom bir karakterde olduğu- nun altı çizilmelidir.
1924 Anayasasından bugüne
Türkiye’deki etnik, dini, mezhepsel ve mahalli faktörler ile güç bölüşümünü merkezden çevreye doğru yayan bir for- müle sahip olan 1921 Anayasasının uy- gulama ve anayasal bağlayıcı bir metin olma vasfına erişememesi, onun tam karşısında katı merkeziyetçi, tekçi ve otoriter bir anayasa sürecini de berabe- rinde getirmiştir. 1921 Anayasasından sonra uygulamaya konulan ve bugün- kü anayasal krizin de temel dayanağını oluşturan 1924 Anayasası, aradan geçen yüzyıllık süreçte büyük sosyal, siyasal ve idari sorunları da beraberinde getir- di. Dolayısıyla bugünkü anayasa yapım sürecinin yöntem, içerik ve arka planın- daki politik-ideolojik emellerin anlaşıl- masında 1921 Anayasasından 1924 Ana- yasasına geçişteki makas değişikliğini anlamanın büyük önem oluşturduğu- nun altını çizmek gerekir.
1921 yılında kurulan yeni devletin 100 yıldır yaşadığı sosyal, siyasal ve idari so- runların kaynağı, 1924 Anayasası ile baş- layıp hala yürürlükte bulunan 1982 Ana- yasasına kadar yapılmış anayasaların temel nitelikleri ile güdümünde olduğu siyasi elitler, hâkim odaklar ve egemen unsurlar arasındaki doku uyuşmazlığını ortaya koymaktadır.
1921 Anayasasının hazırlanması meto- du ve yukarıda değindiğimiz belirleyici
nitelikleri bu anayasayı diğerlerinden ayıran en önemli özelliktir. 1924 Anaya- sası ile devamındaki anayasaların ideo- lojik içerikleri ve bu ideolojik kabullerin Türkiye toplumu ile doku uyuşmazlığı, Anayasa yapıcıların çözmek zorunda ol- duğu en önemli ve temel sorundur.
İlhamı ve temel referansları 1924 Ana- yasası olan 1945 ve 1952 Anayasa deği- şiklikleri de yine toplumsal ihtiyaç ve taleplere cevap olmaktan çok, bürokra- tik elitlerin ideolojik çatışmalarından ve rövanşist hesaplaşmalarından öteye gi- dememiştir. 1961 Anayasası ile 1982 Ana- yasasının askeri darbeler sonucunda ortaya çıkmış olduğu gerçeği de bahsi geçen anayasaların sivil siyasetin irade- sinin ve toplumsal taleplerin sonucu de- ğil, iktidar ve güç sahiplerinin ideolojik dayatmalarının ürünü olduğunu göster- mektedir.
2011 Anayasa Uzlaşma Komisyonu de- neyimi
1921’den 1924’e, 1945’ten 1961 ve cunta anayasası olan 1982 Anayasasına kadar Türkiye’deki anayasa serüveni, büyük oranda güç odakları arasındaki siyasi ve ideolojik hesaplaşmaların bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu temel çer- çeve bugünkü anayasa çalışmalarının temelini oluştursa da 2011’den sonra ve “çözüm süreci” olarak isimlendirilen sü- reçte yürütülen anayasa yapım süreci 1921 Anayasasından sonraki en önemli girişimlerden biri oldu. Her ne kadar ni- hayete erdirilemese de böylesi bir giri- şimin Türkiye’nin son yüzyıllık tarihinde ayırt edici vasfını ifade etmek gerekir.
Bu aşamada 2011 yılı itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde kuru- lan Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve bu komisyon faaliyetleri çerçevesinde ana- yasa yapım sürecine değinmekte fay- da var. İlgili komisyon, dönemin meclis başkanı başkanlığında parlamentoda grubu bulunan tüm siyasal partilerin eşit oranda üye sayısıyla teşkil olunan ve bir yapıyla çalışmalarını sürdürmesi açısından ayırt edici olmuştur.
Bu yönüyle, 2011’deki süreç temsil düze- yinde biçimsel olarak da olsa toplumsal mutabakata dayalı bir anlayışın öngö- rülmesi bağlamında Türkiye’deki ana- yasa yapım süreçleri serencamı bakı- mından ayırt edicidir. Yine aynı süreçte yeterliliği eleştiri konusu olmakla birlik- te, sivil toplum kuruluşları, dernek ve va- kıf temsilcileri ile hukukçulardan görüş alınması yöntemi, ilgili çalışmanın top- lumsallık zeminini genişleten, aynı ze- minde kendisine meşruiyet kazandıran bir niteliktir. Türkiye’de farklı toplumsal dinamikleri, çatışmaların ve uyuşmaz- lıkların tarafı olan aktörleri ve sivil toplu- mu sürece dâhil ederek anayasa yapım süreçlerinin en önemli ayağı olan rıza üretiminin zeminini oluşturan bu giri- şim dönemin dar siyasi muhasebelerine kurban edilerek akamete uğratıldı.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışma- ları kapsamında 172 maddenin yazımı tamamlandı ve toplam 59 madde üze- rinde uzlaşı sağlandı. Her ne kadar mut- lak bir uzlaşı düzleminde sürdürülmese de söz konusu girişim Türkiye’nin son yüzyıllık tarihinde ayırt edici bir girişim olarak yerini aldı. İlgili komisyon, kon- jonktürel duruma ve tekrar aktifleştiri- len çatışma koşullarına kurban edilerek
çalışmalarını tamamlayamadan siyase- tin güç dengeleri arasındaki rekabet se- bebiyle dönemin siyasal iktidarının tek taraflı iradesiyle feshedildi.
Yöntem olarak; kurucu anayasa vasfın- da 1921 Anayasası ile benzer bir anlayış benimseyen bu çalışma, Türkiye Ana- yasacılık deneyimleri arasında önemli olup bu gün yeniden müracaat edilme- ye değer bir deneyim olarak siyasal ak- törlerin önünde durmaktadır.
Sonuç
Devleti oluşturan bütün yapıların, yürür- lükte bulunan anayasaya uyma zorun- luluğu çağdaş medeniyetin temel yapı taşlarından ve “hukukun üstünlüğü” anlayışının bir sonucudur. Türkiye siya- setinin kısa tarihine baktığımızda dö- nemin muhalefet liderinin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile ilgili olarak; “anayasaya aykırı ama evet diye- ceğiz” ile dönemin cumhurbaşkanının “Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” şeklindeki beyanları, bugün mevcut hu- kuk dışı zemini yaratan yaklaşımların başında gelmektedir.
Hukuki güvenliğin kaybı, bugün de ya- şadığımız gibi kaçınılmaz olarak kaos ve keyfi yönetimin ikamesine yol açmak- tadır. Hukuk normuna mutlak bağlılık iradesi, siyasal bir organizasyon olarak devletin varlığını sürdürmesi ve geliş- tirmesi için hayati derecede önemlidir. Hukukun önemi ve gerekliliğini idrak etmenin en kötü yolu onun yokluğunu deneyimlemektir. Bugünkü anayasal krizi ortaya çıkaran bu bağlam tarih-
sel arka planı olmakla birlikte, 2015’ten sonraki makas değişikliğinin sonuçları bağlamında hukukun yokluğunun de- neyimlenmesi olarak anlaşılabilir.
Yaklaşık iki yıldır özellikle iktidar partisi yeni bir anayasa yapımı ve ihtiyacı kap- samında bir dizi çalışma ve görüşmeler yapmaktadır. Peki, bu görüşmeler ve gündem, anayasa yapım süreci, söyle- mi, arayışı ideal anlamda anayasa ihti- yacına yönelik bir hedef mi, 2017 yılın- da yapılan rejim değişikliğini “stratejik” olarak tahkim etmek mi yoksa bugün- kü reel politiğe ve konjonktürel duruma hizmet edecek biçimde “taktik” bir ma- nevra mı?
Her soruya da ‘evet’ yanıtı verilebilir. Mevcut iktidarın özü itibarıyla demok- ratik bir anayasa yerine 2017 yılı itibariy- le geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini güçlendirici bir konsantras- yonla, kamu gücünü belli bir merkezde yani cumhurbaşkanının şahsında top- lama amacı apaçıktır. Bugünkü anaya- sa yapım süreci ile ilgili görüşmelerin de 2017’deki rejim değişikliğini tahkim eden, onu kurumsallaştırıp kalıcılaştıran bir bağlamı olduğunu ifade edebiliriz.
Yanı sıra demokratik bir anayasa met- ninin belirleyici niteliklerinden; temel hak ve özgürlükler ile yargı bağımsızlı- ğına iktidarın bakış açısı özellikle son zamanlardaki 9. Yargı Paketi kapsamın- da gündemleştirilen “etki ajanlığı yasa- sı”, Kobanî Davası pratiklerinden ve dar- be suçlaması ile cezaevinde tutulanların serbest bırakılmasından kolayca anlaşı- labilir. 1982 Anayasasının temel hakları düzenleme biçimini yeni anayasa ihtiya- cının odağına koyan iktidar, etki ajanlığı
yasası hazırlığı ile temel haklara yakla- şım noktasında neredeyse 1982 Anaya- sasının gerisinde konumlanmıştır.
Kürt siyasetçilerin ve HDP’lilerin yargı- landığı Kobanî Davası kapsamında ilgili davanın, yargıya, siyasetin müdahalesi- nin açık örneği olduğu, demokratik si- yaset bağlamında siyasetçilerin ve hu- kukçuların mutabık olduğu bir olgudur. Hem kendi yasalarına hem de bağlayıcı uluslararası sözleşme ve yasalara uyma- ma pahasına verilen kararlar, esas ve usul ilkeleri dışında, anayasa yapım sü- recinin niyetini ortaya koymaktadır.
31 Mart yerel seçimleri sonrasında ül- kede oluşan yeni politik iklim ve ma- tematik de mevcut iktidarı stratejik ve taktiksel anlamda yeni arayışlara itmek- tedir. Bu bağlamda önümüzdeki 4 yıl içerisinde ülkede herhangi bir seçim takviminin verili olarak olmayışı siyaset gündemini belirleyecek yeni girişimleri zorunlu hale getirmektedir. Anayasa ya- pım süreci bu bağlamda gündem mü- hendisliği bakımından oldukça rasyonel bir gündem konusu olarak ön plana çık- maktadır. Bu durum palyatif bir çözüm olarak değerlendirilebilir ve Türkiye’deki anayasal krizin sürekliliğini göstermesi ve temel sorunların çözümünde bağ- layıcı olabilecek bir anayasaya duyulan ihtiyacı göstermektedir.
Türkiye bugün tarihsel meselelerin ba- kiyesi ve konjonktürel süreçlerin yansı- malarından müteşekkil sorunlarla bo- ğuşan ve süreklilik arz eden bir anayasal kriz yaşamaktadır. Mevcut ekonomik durum ve politik sıkışmışlık ile mücade- le bağlamında önümüzdeki dört yılda olası anayasa gündeminin tartışılması
ve belki de muhtemel bir referandumla “maniple” edilmesi amacı, iktidarın kısa vadeli taktik planı gibi görünmektedir. 31 Mart yerel seçimleri, iç ve dış sorunla- rın tetiklediği koşullar bağlamında ana- yasa yapım sürecinin norm, normal ve normalleşme ihtiyacını maniple eden karakteri bugün muhalefetin önündeki en temel konulardan biridir.
Türkiye’nin temel sorunlarını çözen, Cumhuriyetin kurucu iradesinin stra-
tejik hedefi olan muasır medeniyetler seviyesine ulaştırma ülküsünün birinci adımı sivil, çoğulcu, demokratik bir ana- yasa yapmaktır. Bu anayasaya mutlak bağlılık iradesiyle tesis edilecek insan hakları temelli müesses nizam ve top- lumsal, siyasal kültür, ihtiyaç duyulan yegâne gerçekliktir. Bu gerçekliğin dö- nemsel koşullara kurban edilmemesi, Türkiye’nin ikinci yüzyılının temel düs- turu olmalıdır.
Yararlanılan kaynaklar:
TBMM Araştırma Merkezi Karşılaştırmalı Anayasa Çalışmaları, TBMM basım evi, 2012 (Meltem Doğan ‘Başlangıç hükümleri’ )
Bülent Tanör – Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, 22. Basım, 2012
Ece Göztepe Aykut Çelebi, Demokratik Anayasa, Görüş ve Öneriler, Anayasa Kav- ramı ve Türkiye’de Anayasa Tartışmaları, Metis Yayınları 2012-
Adnan Küçük Türkiye’nin Siyasal ve Anayasal Rejimi, Orion Kitabevi, 2012
Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1995), Nutuk (Söylev), Çevirmen: Bedi Yazıcı (Güncel Türkçeye sadeleştiren), Süryay Sürekli Yayınları, İstanbul
Hasan Kılıç, İkinci Yüz Yıl(d)a Yeni Anayasa (http://spectrumhouse.com.tr/ikinci-yuz-yilda-yeni-anayasa/)
Levent Köker, Normsuz normalleşme(!) ve anayasa sorunu
(https://artigercek.com/makale/normsuz-normallesme-ve-anayasa-soru- nu-304381)