Hem mitolojik hem aktüel hem teolo- jik temelleri olan hem de bölgesel he- gemonya inşası bağlamında belli bir tarihsel arka planı olan İsrail ile Filistin arasındaki savaş ve çatışma hali, şimdi- den İsrail ile Filistin arasında bir savaş olmaktan çıkıp Orta Doğu’da birçok dengeyi değiştirdi. 7 Ekim 2023’te HA- MAS tarafından yapılan saldırılarla tek- rar başlayan çatışmalar, şimdiden on binlerce kişinin yaşamını yitirmesine milyonlarca insanın yerinden edilmesi- ne ve birçok kentin yerle bir edilmesine sebep olan bir yıkımı da beraberinde getirdi. İsrail ile Filistin arasında başla- yan ve 7 ayı aşkındır devam eden çatış- malar fiili olarak Lübnan Irak, Yemen, Suriye ve son olarak da İran’a sıçrayarak bölgedeki savaş ve çatışma dinamikle- rini daha da aktifleştirdi.
İsrail ile Filistin arasında başlayan çatış- maları, hem egemen devletlerin doğru- dan çatışmasına hem vekâlet savaşına hem de küresel güçlerin dâhil olduğu yeni bir güç dizilimi ve bloklaşmasına örnek göstermek mümkündür.
Bu makalede, 7 Ekim’de yeniden ivme kazanan ve tüm bölgesel-küresel di- namikleri etkileyen İsrail-Filistin sava- şının temel unsurları, son haftalardaki
çatışmaların zamanlaması, amaçlanan askeri taktik ve stratejiler, İran’ın rolü, ABD’nin pozisyonu ve bunların Kürt bağlamı ile olan kesişimi detaylı bir şekilde incelenmiştir. Makalede, savaş durumunun sebep olduğu bölgesel istikrarsızlık, Erdoğan’ın Irak ve Kürdis- tan Bölgesel Yönetimi’ne gerçekleştir- diği ziyaret ve bu ziyaretin muhtemel sonuçları analiz edilmeye çalışılacaktır. Yine bir ateş topuna dönen bölgede olası senaryolar ve çatışmaların uzun vadeli etkisi makalenin ana odağını oluşturmaktadır.
Saldırıların zamanlaması ve amaçları
Tarihsel bir temel ve altyapısı olsa da 7 Ekim’den sonra tekrar tırmanışa geçen çatışma dinamiği, Hizbullah’ın doğru- dan İsrail’i hedef alan füze saldırılarıyla beraber gittikçe Lübnan’ı da fiili olarak savaş bölgesine çeken bir bağlama sa- hiptir. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik son saldırılarının zamanlaması ve arka pla- nında yatan amaçlar, bölgedeki güç dengeleri üzerinde derin etkiler yarat- maktadır. Bu saldırılar, İran’ın bölgede- ki uzun vadeli stratejilerinin bir parçası olarak değerlendirilmekte ve Tahran’ın dolaylı yollardan bölgesel bir güç mü-
cadelesine dâhil olduğunu göstermek- tedir. Hizbullah’ın bu eylemleri, İran’ın direkt müdahalesini riskli bulduğu bir dönemde gerçekleşmektedir. İran, böl- gedeki varlığını ve etkisini artırmayı amaçlarken, doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınarak vekâlet savaşla- rına başvurmayı tercih etmektedir. Bu strateji, Tahran’ın bölgesel ve ulusla- rarası alanda aldığı tepkileri minimize ederken, aynı zamanda siyasi ve askeri hedeflerine ulaşma yolunda manevra alanını genişletmektedir. Savaşı kendi toprakları dışında tutma politikasına dayanan bu stratejinin ne oranda ama- cına uygun yürütüleceği ve çatışmala- rın İran topraklarına ne oranda yayılaca- ğı belirsizken, İran’ın fiili olarak savaşa dâhil olmasının koşullarının giderek ol- gunlaştığını söylemek mümkündür.
Hizbullah aracılığıyla yapılan bu sal- dırılar, İsrail iç politikasına müdahale etmeyi ve bölgedeki güç dengelerini İran lehine değiştirmeyi amaçlamak- tadır. İran, bu tür eylemlerle hem İsra- il’in güvenlik algısını sarsmayı hem de bölgesel aktörler ve uluslararası toplum içindeki pozisyonunu güçlendirmeyi hedeflemektedir. Ayrıca, ABD ile olan gerilimlerde de İran, bu tür provokas- yonlarla Washington’un politikalarına meydan okumakta ve bölgedeki Ame- rikan etkisine karşı koymaktadır. İran’ın bu stratejisi, Orta Doğu’da uzun vadeli bir istikrarsızlığa zemin hazırlamaktadır. Bölgesel güçler ve uluslararası aktörler, İran’ın bu tür dolaylı müdahalelerine nasıl yanıt vereceklerini değerlendirir- ken, daha geniş çaplı bir çatışma riski
ise artmaktadır. Bu durum, hem bölge- sel güvenliği tehdit eden hem de global güvenlik açısından endişe verici yeni di- namikler ortaya çıkarmaktadır.
İran’ın Hizbullah aracılığıyla gerçek- leştirdiği saldırılar, sadece bir güvenlik tehdidi oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası po- litikalar üzerinde derin etkiler yarat- maktadır. Bu stratejinin amacı, İran’ın bölgesel bir güç olarak konumunu pe- kiştirmek ve siyasal alandaki etkinliğini artırmaktır. İsrail’in, Lübnan’daki füze rampalarına ve Hizbullah’ın altyapısı- na yönelik geniş çaplı hava saldırıları düzenlemesi yeniden muhtemel hale gelmiştir. Dahası, bu çatışmaların daha yoğun ve fiili bir şekilde Suriye ve Irak’a sıçrama ihtimali de olasılık dâhilindedir. Bu tepki, sadece Hizbullah’ı değil, geniş ölçekte Lübnan’ın altyapısını da etkile- me potansiyeline sahiptir ve çatışma- ların daha geniş bir coğrafyaya yayılma riskini de beraberinde getirmektedir. Bu strateji Orta Doğu’da daha büyük çaplı bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir ve küresel barışı tehdit edebilir. Böylesi bir senaryoda, uluslararası toplumun ve bölge ülkelerinin dikkatli ve koordineli bir yaklaşım sergilemesi büyük önem taşımaktadır.
İran’ın zaman zaman doğrudan çoğun- lukla da vekil güçleri üzerinden dâhil olduğu bu savaş İran’ın Orta Doğu’daki gücünü göstermesi açısından önemli- dir. Siyasi, ekonomik, jeopolitik ve aske- ri etkisi kendi ülke sınırlarını aşan İran yönetimi Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen
üzerinden doğrudan çatışmaların ak- törlerinden biri olduğunu göstermekte ve bölgede hegemonik bir güç olduğu- nu ortaya koymaktadır. Mevcut çatış- malar ya İran’ın mevcut pozisyonunu daha da güçlendirecek ya da periyodik olarak vekil güçlerin etkisiz hale getiril- mesi suretiyle bölgedeki etki gücünü azaltacak şekilde ilerleyecektir.
İran’ın rolü ve ABD’nin pozisyonu
İran, Orta Doğu’da binlerce yıldır hege- monik güç olan bir geleneğe dayanan ve bu gücünü son dönemlerde daha da pekiştiren bölgesel bir aktördür. 1979’da İslam Devrimiyle birlikte gücü- nü tekrar tahkim eden İran, daha sonra siyasi, askeri ve ekonomik etki alanını genişleterek bölgede hegemonik bir güç haline gelmiştir. İran sınırlarının dışına yani Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve kısmen de olsa Şiiler üzerinden Bah- reyn’e uzanan bu etki gücü, bugünkü çatışmaların ana sebeplerinden birini ve bölgesel aktörler arasındaki güç di- zilimini oluşturmaktadır.
Özellikle Arap Baharı olarak isimlendi- rilen ve 2011 yılından itibaren bölgede ortaya çıkan iç karışıklıklar periyodik olarak İran’ın söz konusu bölgelerde gücünü tahkim etmesini beraberinde getirmiştir. Şii Arap coğrafyası üzerinde etkisini artıran ve patronaj ağını böl- genin ağırlıklı ekseriyetinde inşa eden İran, bugün ana aktör pozisyonunu sürdürmekte ve bölgede kalıcı bir he- gemonya arayışını sürdürmektedir. Bu arayış kendisini hem bölgesel aktörler hem de küresel aktörlerle karşı karşı-
ya getirmekte ve mevcut çatışmaları daha da derinleştirmektedir. İsrail-Filis- tin meselesinin arka planında İran’ın bu hegemonya inşasının belirleyici bir rol oynadığını söylemek de mümkündür.
Bu temel çerçeveden hareketle, Orta Doğu son zamanlarda hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde gerilimle- rin merkez üssü haline gelmiştir. Özel- likle Hizbullah’ın İsrail’e yönelik füze saldırıları, İran’ın bu süreçteki rolünü ve ABD’nin verdiği tepkileri bir kez daha ön plana çıkarmıştır. İran, uzun süredir Hizbullah’ı destekleyen ana aktörlerden biri olarak bilinmektedir. Ayrıca, Lüb- nan ve Suriye gibi Hizbullah güçlerinin etkili olduğu bölgelerde İran’ın patro- naj ağı oldukça yaygındır. Bu durum, İs- rail’in yanıtının sadece Hizbullah’ı değil, dolaylı olarak İran’ı da hedef alabilece- ğine işaret etmektedir. Vekil güçler ara- cılığıyla yürütülen bu güç mücadelesi, zamanla İran’ı da fiilen savaşın bir tarafı ve merkezi haline getirebilir.
İran’ın Hizbullah gibi gruplara verdi- ği destek, onun Orta Doğu’daki ge- nişlemeci, yayılmacı politikalarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir. İran’ın bu stratejisi, bölge üzerindeki etkisini artırmak ve İsrail ile Batılı güç- lere karşı bir denge unsuru oluşturma amacını taşımaktadır. Öte yandan, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail’in savunma- sına olan sarsılmaz bağlılığı ve İran’a karşı açık uyarıları, Washington’un İs- rail’e olan desteğinin ne kadar kesin ol- duğunu göstermektedir. ABD, İsrail’in
güvenliğini koruma konusunda net bir duruş sergileyerek, İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlama niyetini açıkça or- taya koymaktadır. Bu güç diziliminin ana hatlarının daha da belirginleşmesi önümüzdeki günlerde ihtimal dâhilin- dedir. Mevcut durumda ABD’nin İsrail’e desteğinin sürmesi, Kürtlerle ilişkileri- nin Türkiye’nin aktif tarafsızlık pozisyo- nu dolayısıyla belli bir dengede devam ettirilmesi olanak dâhilindedir.
Güçler arasında “mukabele” esası ve olası senaryolar
İsrail ile Filistin ve dolaylı olarak da İran arasındaki güç mücadelesinin önemli tarihsel, teolojik, ekonomik, patronaj ve siyasal sebepleri vardır. 7 Ekim’den son- ra başka bir boyut kazanan çatışmalar, giderek İsrail ile Filistin bağlamını aşa- rak bölgesel ve küresel ilişkileri yeni- den biçimlendirmektedir. Kontrollü bir savaş ve çatışma halinden çıkma ihti- mali güçlü olan söz konusu çatışmalar giderek mutlak güç kullanımını zorun- lu hale getiren bir bağlama yerleşmek- tedir.
Füze saldırılarıyla yerleşim yerlerinin doğrudan hedef alındığı, enerji kay- nakları ve altyapısına yönelik caydırıcı saldırılara İsrail’in muhtemel karşılığı ve ABD’nin İran’a yönelik artan baskısı, bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getirebilir. Eğer İsrail, Hizbullah’ın saldırılarına sert bir şekilde yanıt verirse, bu durum İran ile doğrudan bir çatışma ihtimalini artırabilir. Bu senaryo, ABD ve diğer Batılı güçleri de derinden etkile- yebilir. ABD’nin İran’a yönelik uyarı ve
tehditlerinin artması, iki ülke arasında direkt bir askeri çatışmayı tetikleyebilir. Bu çatışma sadece bölgesel değil, küre- sel güvenlik açısından da büyük riskler taşımaktadır. Bu artan gerilim, ulusla- rarası toplumu, özellikle de Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi aktörleri, yeni bir diplomatik çözüm arayışına ite- bilir.
Küresel güçler, İran ve İsrail arasındaki gerilimi kontrol altına almak ve geniş çaplı bir çatışmayı engellemek için dip- lomasi kanallarını en üst düzeyde kulla- nabilirler. Bu süreçte, uluslararası toplu- mun bölgede istikrarı sağlama ve geniş çaplı bir savaşın önüne geçme çabaları, dünya barışı için kritik bir öneme sahip olacaktır. İran, Hizbullah aracılığı ile İs- rail’e yönelik saldırıları destekleyerek bölgesel dengeleri etkilemeye devam etmektedir. ABD’nin İsrail’e olan des- teği ve İran’a yönelik kesin tutumu, bu krizi daha da derinleştirebilir. Dolayısıy- la, bölgesel gerilimlerin uluslararası dip- lomasi ve güvenlik politikalarına yansı- maları, yakın gelecekte bölgedeki ve dünya sahnesindeki önemli gelişmeleri şekillendirecektir. Bu, tüm büyük güç- leri bölgede sürekli bir diplomatik ve stratejik hazırlık içinde tutacak bir du- rumdur.
Bölgesel istikrar, Türkiye’nin rolü ve Erdoğan’ın Bağdat-Erbil ziyareti
Türkiye, İran ile birlikte bölgedeki önemli hegemonik güçlerden biridir. Hem tarihsel hem de konjonktürel te-
melleri olan bu durum, zaman zaman Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirdiği gibi zaman zaman da her iki ülkenin dolaylı da olsa birlikte hareket etmesi- nin zeminini oluşturmaktadır. Özellikle Kürtlerin pozisyonu, Batılı güçlerle kur- dukları ittifaklar ve kendi bölgelerinde inşa ettikleri özerk-federal yönetimler, Türkiye ile İran’ı tarihsel, jeopolitik ve si- yasal hedeflerindeki çelişki ve farklılıkla- ra rağmen ortak hareket etmeye götü- ren bir bağlama sahiptir.
Her iki ülkenin de son zamanlarda Suri- ye ve Irak’taki Kürt bölgelerinde etkisini artırması, Kürtlerin devreden çıkarılma- sına yönelik ortak arayışlarının şimdilik yönetilebilir ve sürdürülebilir bir du- rumda olduğunu söyleyebiliriz. Anti-Ba- tı ve Anti-Kürt pozisyonları açısından birleşme ihtimalleri mevcut olsa da, bu durumun siyasi ve ekonomik hege- monya bölüşümüne bağlı olarak deği- şebileceğini göz önünde bulundurmak önemlidir.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 yıl aradan sonra Bağdat ve Erbil’e yaptığı ziyaret bölgesel dina- mikler, enerji anlaşmaları, ticaret rota- ları ve lojistik güzergâhlar açısından bü- yük önem taşımaktadır. İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar, Irak, Suriye, Lüb- nan ve Yemen bağlamında devam eden güç savaşlarının olduğu bir konjonktür- de birtakım anlaşmaların imzalanması, bölgesel dinamikleri temelde değiştir- me potansiyeline sahiptir. Özellikle Kür- distan Bölgesel Yönetimi ve Kuzey ve
Doğu Suriye bağlamında yeni askeri ge- lişmeleri beraberinde getirme potansi- yeli olan bu ziyaret bölgesel istikrarı bir bütün olarak değiştirebilir.
Erdoğan’ın Bağdat ziyareti, mevcut ge- lişmeler ışığında olağanüstü bir öneme sahiptir. Erdoğan’ın ziyaretini sadece Türkiye’nin Irak ve genel olarak Arap dünyası ile ilişkilerini güçlendirme çaba- sı olarak görmemek gerekir, zira yapılan anlaşmalar, ziyaretin ana odak noktası- nın bölgedeki Kürtlerin durumu ile ilgili olduğunu göstermektedir. Rojava başta olmak üzere bölgedeki Kürt etkinliğinin önüne geçmek için Erdoğan bu krizi kendi lehine çevirme konusunda siyasal ve stratejik hamlelere başvuracaktır. Ay- rıca, 31 Mart yerel seçimleriyle beraber ortaya çıkan olumsuz tabloyu değiştir- mek ve gücünü tekrar tahkim etmek amacıyla, özellikle Irak ve Suriye bağla- mında, askeri bir yeni durum yaratma stratejisine başvurması olasıdır.
Söz konusu ziyaret, Türkiye’nin hem Irak merkezi hükümetiyle ilişkilerini pekiş- tirmek hem de bölgedeki Kürt nüfusu ile olan karmaşık ilişkilerini yönetmek açısından stratejik bir fırsat olarak de- ğerlendirilmektedir. Erdoğan’ın Bağdat ziyareti, Türkiye’nin bölgesel politikası- nın iki ana eksenini yansıtmaktadır; “gü- venlik” ve “etki alanının genişletilmesi”. Türkiye, Irak ile olan sınır bölgelerinde modern Kürt hareketinin faaliyetlerini sınırlandırmayı uzun süredir hedefle- mekte, bu çerçevede Irak merkezi hü- kümeti ile işbirliği yapmayı arzulamak- tadır. Ancak, bu işbirliği aynı zamanda
Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan ilişkileri de içermektedir. Erdoğan’ın zi- yareti, bu iki amacı dengeleme çabasını göstermektedir. Başka bir deyişle, Er- doğan’ın Irak ziyaretinin odak noktası, Rojava ve diğer Kürt bölgelerindeki et- kinliklerin kontrol altına alınması olacak gibi görünmektedir. Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürt nüfusunun özerklik ara- yışlarını, kendi sınırları içinde benzer taleplerin yükselmesine yol açabilecek bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu bağ- lamda, Erdoğan’ın politikaları, bölge- deki Kürt etkinliğini sınırlamaya yöne- lik adımlar atmayı içerebilir. Bu strateji, hem askeri müdahaleleri hem de diplo- matik girişimleri kapsayabilir.
Erdoğan’ın Bağdat ziyareti, Türkiye’nin arabuluculuk rolüne yönelik iddiaları- nı da ön plana çıkarmaktadır. Türkiye, hem Batı ile ilişkilerini güçlendirmek hem de bölgesel bir güç olarak kabul edilmek için zaman zaman arabulucu- luk tekliflerinde bulunmaktadır. Ancak, bu çabalar çoğunlukla Türkiye’nin ken- di stratejik çıkarları ile sınırlı kalmakta ve bölgesel rakipleri tarafından şüphey- le karşılanmaktadır. Erdoğan’ın ziyare- ti, bölgesel liderlik rolünü pekiştirmeye yönelik önemli bir adım olarak görülse de, bu girişimin başarısı birçok değişke- ne bağlıdır ve bu değişkenlerin gelecek dönemde netleşeceği anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin Kürt meselesinde izleyeceği politikalar, hem iç politikada hem de dış ilişkilerde dengeli bir yaklaşım gerek- tirmektedir. Aynı zamanda, Türkiye’nin arabuluculuk çabalarının bölgesel gü-
venliği ve istikrarı destekleme potan- siyeli, ancak samimi ve kapsayıcı bir yaklaşımla gerçekleşebilir. Erdoğan’ın Bağdat ziyareti, bu nedenle sadece Tür- kiye-Irak ilişkileri açısından değil, aynı zamanda geniş Orta Doğu bölgesinin geleceği açısından da kritik bir öneme sahiptir. Bu ziyaret, bölgesel politik di- namiklerde önemli değişikliklere yol açabilir, ancak bu değişikliklerin yönü henüz belirsizdir.
Irak, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar arasında imzalanan yeni tica- ret rotası ve enerji koridoru anlaşması bölgedeki güç dizilimini yeniden şekil- lendirme ihtimali taşımaktadır. Mevcut güzergâh hâlihazırda İran’ın da bölgesel hedeflerinin önüne set koyma ihtimali taşımaktadır. İran’ın bu anlaşmaya tep- kisi henüz görünür olmasa da, söz ko- nusu anlaşmanın çatışma ihtimali riski- ni de göz ardı etmemek gerekir.
Kürt bağlamı
İran’ın Batı karşısında konumlanması ve Batılı devletlerle giriştiği güç müca- delesi, buna mukabil Kürtlerin ise Batı ile kurduğu ilişkiler, Kürtlerle İran’ı doğ- rudan karşı karşıya getirmektedir. Bu sebeple İran, hem Filistin hem Lübnan hem Suriye hem de Irak’ta maruz kal- dığı saldırılara, Kürt bölgelerine yönelik misilleme saldırılarıyla cevap vermekte- dir. İran, misilleme olarak ABD’nin hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde hem de Rojava’daki üslerine saldırılar düzen- leyen bir strateji izlemektedir. Bu du- rum, Kürtleri ve Kürdistan’ı İsrail ile Fi- listin arasında başlayan ve giderek tüm bölgeye yayılan çatışmalarda merkezi
bir noktaya taşımaktadır. Bu denklemin benzer şekilde Türkiye için de geçerli ol- duğunu söyleyebiliriz.
Kürtlerin bölgesel dinamiklerdeki ko- numu ve rolleri, Hizbullah ve İsrail ara- sında yaşanan çatışma gibi geniş kap- samlı bir kriz durumunda önemli bir boyut kazanabilir. Kürtlerin durumu ve bu tür bir krizde alması gereken rol, bir- kaç farklı açıdan değerlendirilebilir. Po- litik stabilite ve güvenlik açısından me- seleye bakmakta fayda bulunmaktadır. Kürtler genellikle kendi iç güvenliklerini korumaya ve siyasi istikrarı sağlamaya odaklanan bir strateji izlemektedir. İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışma geniş- ledikçe, Kürtlerin kendi bölgelerindeki güvenlikleri konusunda daha fazla ön- lem alma ihtiyacı doğabilir.
Mevcut konjonktürde Kürt siyasi lider ve yönetimlerin genellikle dengeli bir dış politika yürütmeye çalıştığı görül- mektedir. Bu kriz anında, Kürtlerin İran, Irak merkezi hükümeti ve diğer bölge- sel güçlerle ilişkilerini dikkatlice yönet- meleri gerekmektedir. Ayrıca, Türkiye ve ABD gibi ülkelerle olan ilişkileri bu tür bir durumda stratejik önem taşıya- caktır. Kürt bölgeleri, çevredeki çatış- malardan kaçan insanlar için sıklıkla sığınak haline gelmektedir. Bu durum, Kürt yönetimlerinin hem insani yardım kapasitesini zorlayabilir hem de sosyal ve ekonomik kaynaklara ek baskı oluş- turabilir.
Bölgedeki dinamikler bütün aktörler için
olduğu gibi Kürtler için de bazı olanak- lar yaratabilir. Kürtler, geçmişte olduğu gibi, stratejik ortaklıklar kurarak bölge- sel bir güç olarak konumlarını güçlendi- rebilirler. Özellikle ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkiler bu çerçevede önemli olabilir. Bu tür ortaklıklar, Kürtlerin hem siyasi hem de güvenlik konularında daha fazla destek ve tanınma kazanmalarına yar- dımcı olabilir. Kendi bölgelerinde inşa ettikleri yönetimlerin hukuki bağlamı değişebilir, statüleri bölgesel ve ulusla- rarası bir bağlam kazanabilir. Bölgesel çatışmalar, Kürtler için hem riskler hem de fırsatlar sunmaktadır. Kürt liderler, bu kriz durumlarını, uluslararası arenada Kürtlerin temel haklarını ve öz-yönetim taleplerini gündeme getirmek için kul- lanabilir. Dolayısıyla, Kürtlerin bu tür bir krizde proaktif ve dengeli bir yaklaşım benimsemeleri, kendi topluluklarının güvenliğini ve siyasi çıkarlarını korumak için kritik öneme sahiptir. Aynı zaman- da, Kürtler uluslararası toplumla işbir- liği yaparak, bölgesel istikrar ve barışa katkıda bulunmaları için hem bölgesel güçlerini hem de uluslararası ilişkilerini kullanmak zorundalar.
Orta Doğu’da bugünkü güç çatışmaları, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgele- ri de bu çatışmaların merkezi haline ge- tirmiştir. Küçük bir üçüncü dünya savaşı olarak da isimlendirilen bu çatışmalar, ya mevcut kazanımların kaybedilmesini ya da bu kazanımların hukuki bir statü- ye kavuşturulmasını beraberinde geti- rebilir. Batı bloku ile kurulan ilişkilerin değişebilme potansiyeli olsa da Türki- ye’nin pozisyonuna bağlı olarak bu iliş-
kilerin tekâmül gösterme ihtimalini de unutmamak gerekir. Kürt yönetimleri bir yandan bölgesel aktörlerle büyük çatışmalar içine girmekten kaçınma öte taraftan da uluslararası ittifaklarını koru- ma ve geliştirme arayışındadır.
İsrail ile Filistin arasında başlayan ve hâ- lihazırda beş ülkeye (İran, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen) yayılan çatışmaların ana merkezlerinden biri de Kürt coğraf- yasıdır. Mevcut çatışma dinamiklerinin daha da büyümesi Kürt coğrafyasını doğrudan bir hedef haline getirme ihti- mali taşımaktadır.
Olası uzun vadeli etkiler
Tarih boyunca büyük savaşların, kıyım- ların ve egemenlik bölüşüm mücade- lesinin merkezinde yer alan, semavi dinlere kaynaklık eden Orta Doğu, son yüzyılda da güç savaşının odağındadır. Dahası özellikle son 13 yılda büyük çal- kantıların merkezi olan Orta Doğu, böl- gesel ve küresel dengeleri de değiştiren köklü dinamikler barındırmaktadır.
İsrail ile Filistin arasında başlayan, za- man zaman Irak, Suriye, Lübnan ve son olarak da İran’a sıçrayan bu çatışmaların tırmanması, bölgede daha geniş çaplı bir bölgesel-küresel savaşa yol açabilir. Özellikle İran ve İsrail arasında direkt bir çatışma, bölge için yıkıcı sonuçlar doğu- rabilir. Hizbullah’ın İsrail’e yönelik füze saldırıları ve bu duruma İsrail’in muhte- mel karşılığı, İran ve İsrail arasında doğ- rudan bir çatışma riskini artırmaktadır. İran’ın bu saldırılarda dolaylı bir rol oy-
nadığına dair iddialar, iki devlet arasın- daki uzun süredir devam eden gerilimi daha da alevlendirmektedir. Eğer İran doğrudan bir çatışmaya çekilirse, bu durum Orta Doğu’da daha geniş çaplı bir savaşa yol açabilir, zira İran ve İsrail, bölgedeki en etkili askeri güçlere sahip devletler arasında yer almaktadır.
Bu tür bir çatışmanın genişlemesi, uluslararası toplum için önemli bir mü- dahale noktası oluşturacaktır. Özellik- le Birleşmiş Milletler (BM), çatışmanın daha da yayılmasını önlemek adına diplomatik çabalarını artırmak zorun- da kalacaktır. Ancak, BM’nin geçmiş- teki performansı göz önünde bulun- durulduğunda, bu çabaların etkinliği sorgulanabilir. BM’nin yanı sıra, ABD ve Avrupa Birliği gibi büyük güçler de dip- lomasi yoluyla çözüm bulma çabasında kritik roller üstlenebilir. Bu büyük güçle- rin bölgedeki varlıkları ve çıkarları, onla- rı aktif diplomasiye iten temel faktörler arasında yer almaktadır. İran-İsrail çatış- masının tırmanması, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır gibi bölgesel güçlerin tepkilerini de şekillendirecektir. Bu ül- keler, kendi ulusal güvenliklerini ve böl- gesel etkilerini koruma amacıyla farklı stratejiler geliştirebilir.
Örneğin, Suudi Arabistan ve İran ara- sındaki Sünni-Şii çekişmesi, Suudi Ara- bistan’ın İran’a karşı daha agresif bir politika izlemesine neden olabilir. Öte yandan, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki Kürt sorunlarına yönelik politikaları, bu çatışmadan etkilenerek yeni stratejile- rin belirlenmesini gerektirebilir. İran-İs-
rail çatışmasının potansiyel tırmanışı, sadece bölgesel değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde de derin etkiler ya- ratabilir. Bu nedenle, çatışmanın yöne- tilmesi, sadece askeri veya stratejik de- ğil, aynı zamanda kapsamlı diplomatik çözümleri de gerektiren çok boyutlu bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.
İran ve İsrail arasındaki bir çatışmanın belki de en geniş çaplı etkilerinden biri küresel enerji piyasaları üzerinde ola- caktır. İran’ın bölgesel enerji hatları üze- rindeki etkisi ve Hürmüz Boğazı gibi stratejik noktalar üzerindeki kontrolleri, petrol ve gaz akışını ciddi şekilde etkile- yebilir. Bu durum, küresel enerji fiyatla- rında dalgalanmalara neden olabilir, bu da ekonomik istikrarsızlığı daha da artı- rarak küresel ekonomiyi tehdit edebilir.
Son ve sonuç olarak hibrit karakterli yeni soğuk savaş dinamiklerinin derinleşme- si ve bunun muhtemel bir sıcak savaşa evrilme potansiyeli, sadece bölgenin değil bir bütün olarak yerkürenin barı- şını olumsuz etkileyecektir. Orta Doğu ise bu çatışma alanının merkezlerinden biridir.